Yüreğin kaldıracaksa, gözyaşların yetecekse bir kez de beni benden dinle.

  Sadece doğarken değil yaşarken de ağlayan, katledildikten sonra da ağlayanı olmayan o bilinmez çocuklarım ben. Kana boyanır kundağım. Kefene sarılır çocukluğum.

   Zalimlerin, canilerin, hainlerin cirit attığı şu dünyanın kaybolmuş mütebessim çehresiyim. Gülüşlerim arasına bile gözyaşlarımı sıraladığım yetim benim. Öksüz benim. Sakat bırakılan, sokaksız, evsiz, yurtsuz mücadele eden o çocuklar da benim. Kâh ayağı, kâh kolu, kâh gözü, çağın müstekbirleri tarafından bombalanarak alınan o sakat, o kör, o çolak benim. Parçalanmış anamın yüreği, gizlice ağlayan babamın bağrı, feryat eden bacı ve kardeşlerimin duyulmaz sesi benim.

  Rim’im. Dedesinin müşfik kolları arasında hunharca katledilen, nazlı çocuk. Gözlerimin içini öperek beni kefenleyen dedenin, dert dağının torunu.. Daha üç yaşında.. Sahile vuran, kum taneleri kadar acısı bulunan, dünyaya vicdan diye bir erdemin olduğunu hatırlatan Aylin bebeğinin yaşında… Hani o yüzünü denize dönmüş, kırmızı tişörtüyle öylece uzanmış bebek naaşı..

  “Suçum Allah’tan başkasına kulluk etmemekti. Bize kulluk et dediler. Ben de ‘asın’ dedim.” diyerek çağın despotlarına meydan okuyan dedenin torunu. Geleceğe varırsam “Abdulkadir Molla” olacak çocuk benim.

  Diyarbakır’da vahşice katledilen, ezilen, yakılan Yasin’im. Bacağımdaki ben ile anneme benim diyebildiğim… Daha on beşinde. Bosna’da, Hama’da, Arakan’da, Myanmar’da, Keşmir’de, Necef’te, Felluce’de, Gazze’de derisi yüzülerek katledilen çocuğum. Çocukları küçük kurşunlarla mı öldürürler diye soran masumun ta kendisi.. 

  Okul duvarına “Ey doktor şimdi sıra sana geldi.” yazan… Derdest edilip hücrelere atılan.. Günlerce en vahşi işkencelerden geçirilen.. Vahşice katledilip, parçalanmış naaşı ailesine teslim edilen Hamza el Hatip’im. Daha on üçünde.. Cennette yemek var mı diye soran tüm aç çocuklarım ben.

  Bombalar, enkazlar altında can çekişen, can veren, elinde tuttuğu biberon ile zafer işareti yapanım. Sedyede kanlar içindeyken “Nasılsın?” sorusuna Ebu Ubeyde iyiyse ben de iyiyim diyen yetimim.

  Üşüyen, aç bırakılan, acılar içinde kıvranan, ateşlerde yakılan, kurşunlara dizilen, bombalarla parçalanan çocuğum ben. Dünya çocuk hakları gününde..

  Ben Çeçen dağlarında destanlar yazan, hainler tarafından satılan, derdest edilen, Ümmet tarafından unutulan kartallarım. Dağıstan kartalları.. Doğu Türkistan’da anasının kucağına hasret, zalimlerin zulmü altında inleyenim. Ağıtların her satırında, her bestesinde, her haykırışında var olanım.

  Kudurmuşların, uslanmazların, utanmazların gözleri önünde terörist denilen çocuğum ben. Film izler gibi izlenen o korkunç acıların orta yerinde, insanları Rabbim’e şikâyet etmek için ölümü dileyenim.

  Tüm gereksiz ve gayretsizlere rağmen, bu coğrafyanın tek varisiyim. Dedem Selahattin Eyyubi’den kalan mirasım var benim. Kudüs benim, Şam benim, Bağdat benim, İstanbul benim… Bana İspanya denilse de ben Endülüs’üm.  Parçalanmış beden, parçalanmış Ümmet, parçalanmış ülkeler benim.