İnsanlığını yitirmiş, yitiğinden bihaber şaşırmış ve kanmış, ifrat ve tefrit bataklığında can çekişen çağımın insanına vasatı, sırat-ı müstakimi gösteren, dahası bir fiil yaşayan bir üstad-ı muazzam olan Gazze, yüz binlerce yapay üstadların sesini de kısmış, şöhretini de bitirmiş, şahitliğini de reddetmiştir. İnsanların tümünü bu cehl-i mürekkeplerin şerrinden halas eylemiştir.
Çağımızın idrak ve vicdanına tesiri bu derece yüksek bir okul, bir eser, bir ders ancak ve ancak Gazze’de görünen üstün fedakârlığın neticesinde imar edilebilir. Gazze tevazu, talim, teenni ve terbiye ile okunması gereken muhkem bir şaheserdir. Bu bir yenilenme, bir düzelme, bir intizam, yeniden yepyeni kendini kurabilme fırsatıdır. Zor ve zahmet ile ekilmiş, kan ve gözyaşıyla sulanmış, feryat ve figan ile meyveye durmuş birer şecere-i tuğbadır adeta. Ümmetin hatta tüm insanlığın gölgesinden ayrılmaması gereken bir şecere, bir ihsan-ı ilahidir.
İnsanlık ihsan ile hem faal hem cevval olmak istiyorsa bu şecere-i tuğba ağacının gölgesinde toplanmalıdır.
Perdelerin arkasında Gazze öyle cazibedar, öyle kudsi, öyle muhteşem bir pencere-i mübarek olmuştur ki bu pencereden bakanlar lübbü’l lübü görecek ve hatta sırrın sırrını temaşa edecektir. Gazze’li anaların bağrına düşen dağ büyüklüğündeki kor ateş belki de bu pencereden bakıldığı için onlara sadece “elhamdülillah” dedirtiyor. Ailesinin tümünü kaybeden ve enkaz altında yaralı olarak çıkartılan bir çocuk, “Ebu Ubeyde iyiyse bende iyiyim” diyecek kadar muazzam bir olgunluğa erişmişliği başkaca nasıl açıklanabilir?
Aynı zamanda asrın Furkan-ı azimi olan Gazze’nin kahraman mücahidleri, iki yüz yıla yakındır birbirine karıştırılmış bulunan hak ile batılı hem net, hem hızlı ve hem hatasız bir şekilde ayırmıştır. Hatta bir daha karıştırılamayacak kadar… Evet dünyanın asıl sütunları gibi görünen insan hakları, uluslar arası adalet divanı, batı medeniyeti, batının övüne durduğu özgürlük ve hukuk ve daha binlercesinin aslında yalandan, algıdan, kandırmadan ibaret olduğunu, hak görünen batıllar olduğunu kalbi ve aklı olan her kese göstermiştir. Terörizmin ve teröristlerin asıl kaynağını gün yüzüne çıkarmıştır. Ehli irfan ile ehli akıl milyonlarca sayfa yazı, belge sunsalardı bile teröristlerin kravatlı, papyonlu, saraylarda, devletlerde olduklarının gerçeğini böyle bir apaçıklık ile gün yüzüne çıkaramazlardı ve çıkaramamışlarda.
Furkan-ı azim olan Gazze’nin sayesinde bugün dünya çok iyi biliyor ki BM siyonizmin lobisi, NATO siyonizmin kullanışlı ve çok uluslu birer piyonu, İnsan Hakları’nın aslında sadece Siyonistlere hizmet ettiğini… Çoğunun hakikat bildiği batılı ifşa etmek… Çoğunun batıl bildiği hakikati de… Evet bu hakikat artık hem ilme’l yekin hem ayne’l yekin derecede biliniyor. Bu nedenle gerçeği arayan her bilgin, hakikatı arayan her alim, her filizof, her düşünür, her araştırmacı Gazze’siz boşa kürek sallamış olur. Gazze olmadan lüb ile kışırı, öz ile sözü, hak ile batılı, şirk ile tevhidi, gerçek ile yanılgıyı birbirinden ayıramaz. İşte sadece bu yönüyle bakılsa bile Gazze insanlık için ümmet için kendisini feda etmekten çekinmeyecek kadar ulvî seciyelerle donatılmış bir Rahmet-i İlahiye’nin çağa yansımasıdır.
Örneğin iman hakikatlerini anlatan Risale-i Nur Külliyatı onlarca yıl sonra yüzlerce farklı dile çevrilmiştir. Bu meyanda düşünürsek insanlığın ve özellikle de ümmetin içinde boğulmak üzere bulunan buhranlarının hakikati ve reçetesini, Rahmet-i ilahi hükmünde olan Gazze çok kısa bir sürede bunu başarmıştır ve dünyanın tüm dillerine anında tercüme edilmektedir. Bu bir ayrıcalıktır, bu bir lütuftur, mucizemsi bir keramettir demek elbette ki mümkündür.
BU SEÇİLMİŞLERE DÜNYANIN SERVET VE SALTANATINI VERSENİZ BİR AN BİLE DA’VALARINDAN VAZGEÇMEZLER
Feragati ve fedakârlığı sadece ve sadece menfaat-ı şahsiyesi için algılayan âlem-i insan, hırs ve heves, haz ve nefis gibi nice düşmanların esareti altında karanlık bir zindanda, daracık bir koğuşta hür ve özgür olduğunu haykıran aklı yetmezlere dönmüş. Bu derin uykudan uyandırılmak ve cehalet çukurundan kurtulmayı bile aklından geçiremeyenler elbette ki acı bir sarsıntı ile kendilerine getirilebilir, İçinde bulundukları acınası durum ancak büyük bir bela ile kavratılabilir. Evet Gazze bizim için acı bir sarsıntı, azim bir bela ancak Gazze Gazze’liler için aynı oranda tatlı bir ikram ve azim bir ihsan olmuştur. Bir ikram-ı Rabbani olan bu mânevi tadın etkisindendir ki tek bir Gazze’li kahraman Gazze’den ayrılmak için uğraşmıyor, hatta bunu aklından bile geçirmiyor. Aşk-ı ilahi ile şevk-i şehadet ile kalan ömrünün her bir anını, her bir saatini, her bir gün ve ayını hatta her bir yılını cehd ve cihad ile sabır ve sebat ile istikrar ve istikamet ile nurlandırıyor ve ebedi bir hayatın saadeti için gözünü kırpmadan her şeyden vazgeçebiliyor.
Mukaddes beldenin mukaddes muvahhidleri bu cihad-ı diniyede gösterdikleri fevkalede hâller ve olağanüstü gayret, sabır, sebat elbette ki bir ecir, bir karşılık, bir ikram gerektirir.
Hatta hak ve adalete meftun, cihad ve şehadete aşık, insani değer ve erdemlerine sevdalı bu seçilmişlere dünyanın servet ve saltanatını verseniz bir an bile da’valarından vazgeçmezler. Memleket ve meskenlerini terk etmezler. Direnişten, dirençten, dirayetten asla taviz vermezler. Bilirler ve hissederler ki cehd ve gayretleri, sabır ve sebatları, acı ve ıstırapları onlar için ebedi bir hazineye ve baki bir saadete ve tükenmez bir cevhere dönüşecektir. İşte bu bilgi ve bu his ancak ve ancak Rabbani birer ilhamdır, iltifattır.
Mana âleminde Gazze ile, Rahmet-i ilahinin yağmur olup yağdığı, çetin kışın girmesiyle sürur dolusu baharın haberi verilmek isteniyor. Her gecenin sonunda nehar, her kışın sonunda bahar muhakkaktır.
Hakikat de, asıl da bu değil midir? Dünya servet ve saltanatının mesut etmesi sadece bir ihtimal iken Rabb-i Rahmanın rızası şeksiz, şüphesiz sonsuz bir ihsan, hakiki bir saadettir.
Zahiren görünen her bir acı ve ıstırap, duyulan her bir feryat ve ağıt onlar için mânevi bir haz ve lezzete, dua ve yakarışa dönüşerek kalplerde bitmez, sarsılmaz, azalmaz birer sekine olan Rabb-i Rahman’ın rızasına eriştiriyor. İşte bu nedenledir ki “Allah’ım yeter ki sen razı ol” muştusu her bir acıdan, katliamdan, feryattan sonra işitilir olmuş.
Aşırı derecede arzulanan emel, ulaşılmak istenen hedef için insanın en değerli sermayesini, en kıymettar zamanını ve en mühim enerjisini feda etmesi gerektiğinde gözünü kırpmadan fedakârlık etmesi gerekmez mi? Bu emel ve hedef dünyalık bile olsa bu böyle değil midir?
Madem bu böyledir. Her bir Müslümanın da en ulvi ve en mühim hedefi rıza-i ilahiye ermektir. Öyleyse her bir Müslüman bu hedefi için en değerli sermayesi olan can ve evlatlarını, en kıymettar zamanı olan gençlik ve ömrünü, en mühim enerjisi olan kuvvet ve istidadını bu uğurda feda etmesi gerekir/beklenir. Bunun böyle olduğunu tüm Müslümanlara ehl-i Gazze ne güzel öğretmektedir. Peki âlem-i İslam’a “Cennet ucuz değil, Cehennem de lüzumsuz değil” hakikatini bir fiil gösterip ispatlayan Gazze değil midir? Bu Gazze için hem izzet, hem lezzet, hem de iki cihanda mübarek bir gıda olmaz mı? Eğer Mescid-i Aksa özgürlüğüne erişip âlem-i İslam’ın hilafet merkezi olursa (İnşallah yakın bir zamanda olur.) bunun sancaktarlığına Gazze’den daha münasibi bulunabilir mi?
ZAYİ OLAN, TELEF OLAN, HEBA EDİLEN, İSRAF EDİLEN GAYR-I GAZZE’DİR
Düşünelim.
Ehli iman, değil Kur’an-ı Hâkim’im hakimiyeti için vallahi Kur’an-ı Mübarek’in tek bir harfi için bile malını, canını, evladı iyalini gözünü kırpmadan feda etse zerre kadar zarar görür mü? Tek bir an pişman olunur mu, nedamet getirir mi? Elbette ki hayır. Peki halen Gazze için sıralayadurduğumuz ‘keşke’leri nereye koyacağız?
Tek bir harfi için feda edilen canlar kıymet, şeref ve izzet getirir de Kur’an-ı Kerim’in hâkimiyeti için, ümmetin uyanışı için, mescidi aksanın özgürlüğü için feda edilen canlar ne kadar büyük bir kıymet, ne derece muazzam bir şeref ve nasıl eşsiz bir şeref getireceğini varın siz hesaplayın. Peki! Böyle bir nasibe, böyle bir defineye erişenlerden daha bahtiyarı, daha seçilmişi olabilir mi? Öyleyse gıpta ederek, imrenerek bakalım ehl-i Gazze’ye, gururla, sürurla anlatalım ölümü öldüren evlatlarımızı, göz bebeklerimizi, körpecik canlarımızı, hürmet edelim, ayakta seyredelim mücahid-i Aksa’yı, İslam’ın fedailerini, ümmetin serdengeçtilerini… Evet telef olmuş, zayi olmuş, israf olmuş, heba olmuş tek bir can, tek bir acı ve tek bir feryat yoktur. Zayi olan, telef olan, heba edilen, israf edilen gayr-ı Gazze’dir. Diğerleridir, insanlıktır, biziz.
Baktıkça manen şu diyar-ı cennet olan Gazze’ye, Kur’an hakikatleriyle münevver, iman ve cihad nuruyla müşerref, adalet ve hürriyet sancaktarlığıyla müezzez, da’va bilinci ve vatan sevgisiyle müreffeh bir topluluktan başka ne görülebilir? Dünyanın dört bir tarafında yüz binlerce insanın ıslahına ve ihyasına sebep bu muazzam fedakârlık ve bu eşsiz direniş elbette ki neticesiz kalmayacak, Belki de hiçbir güç ve kuvvetin erişemediği hızda neticeye erecek.
Hep uzaklarda sanılan asr-ı saadet dönemini yakınımıza, yanı başımıza getiren ve bir tılsımı çözen, bir sırr-ı azimi ifşa eden bu müstesnalar asrımızın gecesinde doğan birer güneş olmuşlardır. İslam öncülerinin, önderlerinin düşüncemize kodladığımız birer anekdot, birer hikâye olmadıklarını kavratan… Mistik ve heyula olmadıklarını bize ispatlayan bu muhteşem tablo… Bu amaçlar ile yola koyulmuş bu vazifedarlara karşı son derce saygılı olmaktan öteye bir hal olabilir mi?
NEHİRDEN DENİZE ÖZGÜR FİLİSTİN
Olmazsa olmazımız, yoksa yok olacağımız “Emri bil maruf nehyi enil mönker” emri ilahisini o kadar basite indirgemiştik ki dünyada işlenen günah ve cürümlerin, fitne ve fesatların tamamına hissedar olmuştuk. Bu derce zarar ve ziyandaydık. Nesillerimiz bilmem kaçıncı keredir heba olup gitmişti. Bu gün bu acı gerçeği en az yüz yıllık bir eğitim ve öğretim sonunda ancak anlayacak kadar uzağında olmamıza rağmen, Gazze’in mukaddes müderrisleri sayesinde bir yıllık kısa bir tedrisat döneminde anlamış olduk. Dünyanın tüm dilleriyle tüm beldelerinde işlenen Gazze'nin acı dolusu dersleri sayesinde.
Diyeceğim o ki; hâlihazırda gayret ve fedakârlık içinde mücadele edip çabalayan insanların, cemaat ve topluluklarım, kurum ve devletlerin tamamı Gazze’nin acı dolusu bu derslerinde talim görüyorlar/görmelidirler. Gazze üniversitesinde yetişmeyen hiçbir insan tam anlamıyla insanlığa faydalı olamayacaktır. Ne dünyevi ve ne de uhrevi…
Çünkü Gazze’den tüm dünyaya verilmek istenen dersin her bir saati ve her bir günü için binlerce can feda ediliyor, binlerce evlat yetim kalıyor, binlerce ananın bağrı yanıyor, binlerce çocuk ab-ı hayat misali toprağa düşüyor…
Bu dersi veren her bir müderrisin kürsüsü arş-ı alada, sabrın ve fedakârlığın zirvesinde, cihad ve şehadet bilincinin ufkunda bulunuyor. Evet hiçbir insanın ilahi yardım olmaksızın ulaşamayacağı bir makam, bir kürsü… Bir kabiliyet, bir istidat, bir yetenek, bir kazanım değil o bir lütuf, o bir ikram, o bir ayrıcalık…
O müderrislerin şehadet anlarını görmeyenimiz mi var? Güneşleri gülüşlerine sığdırıp cennetleri temaşa edercesine, parçalanmış bedeninden bihaber öylece tebessüm eden eşsiz müderrisler… Terki dünya ederken bile dersini terk etmeyip o anda da bir ders-i azim işleyerek veda edecek kadar kıymettar, saygın. Hatta o mübarek naaşları bile bilene ders vermekte.
Bu münevver ve bu müşerref tedrisatı değil midir ki; hem şarkın ve hem de garbın en ücra köşelerinde, ehl-i aklın her düzeyinde milyonlarca insan “Yaşasın direniş”, “Nehirden denize özgür Filistin” vb. ifadeler ve iltifatlar ile Gazze’nin rahle-i tedrisatına diz çökmüş mukaddes dersini alıyor. Bu tedrisat, bu maya, bu tohum, bu öz kalpten kalbe, şarktan garbe, nesilden nesile, çağlarında ötesine erişecek ve neşvünema bulacak ve emin olunmalıdır ki gelecek Gazze için gelecek.