Tasavvufun temeli olarak kabul gören ve mutasavvıfların çok fazla önem verdikleri kavramlardan biri de “Fakr” kavramıdır. Fakr ilk dönemlerde sözlük anlamında kullanılırken daha sonra çok dolu bir anlam yüklenerek ıstılahi bir anlam kazanmıştır. Fakr kavramı ‘zühd` ile eşanlamlı kullanılmakla beraber maddi ve manevi açıdan başkalarına muhtaç olma, yaşam olanaklarının kısıtlı olması, zaruri ihtiyaçlar noktasında zorluklar yaşama gibi anlamlara gelir. Burada anlatmak istediğimiz ‘Fakr`, yukarıda saydığımız anlamlarla beraber dünyalıklardan uzak durup Allah`a dönerek O`nun istediği doğrultuda hareket etmek anlamına gelir. Yani burada zahir manadan daha ziyade batini anlam bizler için önemlidir. Tabi, doğal olarak batına zahir yoldan ulaşılır. Zahiri anlam yaşanmadan deruni anlam anlaşılmaz.
İnsanoğlu ilk olarak, kendisini ve bütün âlemi yüce Allah`ın yarattığını bilmelidir. Bunu idrak eden kişi, dünya malına bağlanmanın boş bir uğraş olduğunun farkına vararak nefsin istek ve arzularına giden yolları kapatır; her şeyin yaratıcısının Allah (CC) olduğunu ve her zaman, her anımızda O`na muhtaç olduğumuzu bilir.
Hz. Ali: “Allah Teâlâ, fakrı, mahlûkatı için hem bir lütuf, hem de bir kahır kılmıştır. Lütuf olması durumunda fakir adam güzel ahlaklı olur, Allah Teâlâ`ya itaat eder ve halinden şikâyetçi olmaz, aksine fakirliğine karşılık Rabbine şükreder. Fakrın bir kahır olarak verilmesinin işareti ise, kişi kötü ahlaklı olur. Allah Teâlâ`ya isyan eder ve sürekli olarak halinden şikâyet ederek kaderine karşı gelir.”
Tasavvufta sufiler yüce mertebelere çıkmanın yolunun fakr ile olabileceğini söylerler. Onlar bu sebeple ömürleri boyunca yoksul kalmayı tercih ederek bu halin nefsin arzularına kilit vuracağını belirtirler.
Peki, Sufiler neden fakr halini yaşamayı tercih etmektedirler?
BİR: İbadetleri huşu içinde yerine getirmek,
İKİ: Uygulamalarına karşılık verilecek cennet ödülünü kazanmak,
ÜÇ: Yaptıklarından ötürü kendilerine verilecek ceza korkusu
Sebebiyle dünyalıklardan beri olmak istiyorlar.
Fakrı iki türlü ele almak mümkündür. Birincisi fakr-ı suri(şekli fakirlik), yani kişinin maddi yönden yoksul olmasıdır. İkincisi ise fakr-ı manevi olup kişinin Yüce Yaratıcı`ya yönelmesidir. Burada zengin veya fakir olma gibi farklı bir durum söz konusu değildir. En önemli nokta eşyaya, paraya köle olmamaktır. Burada önemli olan nokta ‘kalp`tir. Kalpte oluşan zenginliktir, nurdur. Bu nurun bedene ve ibadetlere yansımış halidir, fakr.
Allah Resulü bir gün ashabına yönelerek “Allah Teâlâ katında kavuşacağınız mükâfatı bilseniz içinde bulunduğunuz fakr ve zaruretin artmasını isterdiniz.” buyurmuşlardır. Surifakr ve manevi fakr her ne kadar birbirinden farklı olsa da maddi fakrın bile mükâfatının olacağı açıkça ortadadır.
Müspet fakr düşüncesi, doğru yola ileteceği gibi kişiyi infak yapmaya, paylaşmaya iterek gönül ve kanaat zenginliğini sağlar.
Maddi anlamdaki alıp-verme döngüsü de yeryüzünde insanlar arasındaki sosyal birlik ve beraberliği artırmakla beraber ekonomik farkı vasat hale getirerek ortadaki dengesizliği de kaldırır.
Maddi-manevi ‘fakr` olgusunu müspet yönüyle değerlendirmek, ferdi dünyamızda olduğu gibi toplumsal yaşamımızda da güzellikler sağlayacaktır.
Allah`a emanet olun!