Havf; güvenin zıddı olup endişe etmek, korkmak gibi anlamlara gelmekle beraber kişinin başına istemediği bir şeyin gelmesi ve çok sevdiği bir şeyi kaybetme korkusuna kapılmasıdır. Recâ ise, ümitsizliğin zıddı olup kişinin bir şeyin olmasını istemesi ve bu doğrultuda ümitli olması anlamını taşır.
Havf ve reca kavramları tasavvufun temelidir. Bu iki hasletten birinin eksik olması veya olmaması tasavvufun dengesini bozduğu gibi kişinin de dengesini bozar ve hak olan istikametten sapmaya kadar götürür.
İnsanlar tehlikeli ve görünümü çirkin olan varlıklardan arkalarına dönüp bakmadan hızlıca kaçarlar ve hiçbir zaman karşılaşmak dahi istemezler. Bizim burada anlatmak istediğimiz korku ise bilindik korkulardan farklı olup Allah korkusudur. Bundan kastımız, kişinin işlediği kötülükler ve çiğnediği yasaklar sonucunda ‘Allah beni ya dünyada, ya da ahirette cezalandıracak` diye tefekküre dalmasıdır.
Kişide oluşan bu ceza korkusu, bizi Rabbimize yaklaştırır ve O`nun emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya sevk eder. Kişi Allah`a olan saygısından ötürü günah işlemekten çekinir. Rabbinin her zaman kendisini gözettiğini düşünerek O`na layık kul olmaya çalışır ve kişi, kendisini yaratan, nimetler veren Allah`a sığınır.
Havf ve reca arasında bir dengenin de olması lazım. Yüce Allah (CC) bir ayette bu konuya binaen şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu biz seni Hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.”(Bakara,119) Ayette, takip edilmesi gereken metot belirlenmiş ve istikamet yolu çizilmiştir. Sadece korkutan veya sadece müjdeleyen değil, her ikisini birlikte ve dengede yürütmenin önemine vurgu vardır.
Kişide havf ve reca beraber ve dengeli bulunmalıdır. Bunlardan birinin eksik veya dengesiz bulunmasının sakıncaları oldukça fazladır. Kişide korku oldukça baskın ise kişi ibadetlere aşırı yönelerek dünyevi her şeyden el ayak çeker. Bu da hem kendisine hem de çevresindekilere zarar verir. Hatta kişinin ruhen dahi hastalanmasına yol açarak sonunda ibadetleri terk etmesine yol açar. Çünkü havfta aşırıya gitmek recayı yok eder. Recâda aşırıya gitmek ise havfı yok eder. Bu da kişiyi rehavete iterek ibadetleri yerine getirmede gevşeklik göstermeye ve yavaş yavaş ibadetleri terk etmeye kadar götürür. Çünkü kişi, ‘Ben ne kadar günah işlesem de Allah zaten beni affedecek` diye düşünür ve tamamen atalete saplanır.
Serrâc`ın aktardığı şu söz, havf ve recânın birlikteliğinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır: “Yanında havf bulunmayan her muhabbet afete uğramıştır. Yanında recâ bulunmayan her havf da afete uğramıştır. Yanında havf olmayan recâ da böyledir.”
Mü`min, kalbinde Allah korkusu bulunmakla beraber Allah`ın affediciliğine de inanmalıdır. Hz. Peygamber(sav), ölüm anındaki bir adama: “Kendini nasıl buluyorsun?” diye sorar. -Adam, “Kendimi günahlardan korkan ve Rabbimin rahmetini uman bir kimse olarak buluyorum.” diye cevap verir. -Hz. Peygamber Efendimiz, “Kulun kalbinde bu iki haslet (havf ve recâ) birlikte bulunursa, o kimseye Allah Teâlâ umduğunu verir ve onu korktuğundan da emin kılar.” (Tirmizi) buyurur.
Kalbimizde bu iki hasletin dengeli bulunması dileğiyle…