Osman İbn Talha el-Hacebî Kâ’be’nin muhafızlığını yapıyordu ve anahtarları kendisindeydi. Hz. Peygamber (salallâhu aleyhi ve sellem) Mekke’ye fetih için girdiği zaman, Osman, Kâbe’nin kapısını kapattı. Hz. Peygamber (salallâhu aleyhi ve sellem) anahtarı isteyince, Osman’ın yanında olduğunu söylediler. Hz. Peygamber (salallâhu aleyhi ve sellem) ondan istedi fakat kabul etmedi. “Eğer onun Allah’ın Resûlü olduğunu bilseydim anahtarı ona verirdim” dedi. Hz. Ali (radiyallâhu anh) onun elini büktü ve anahtarı ondan alıp kapıyı açtı.
Hz. Peygamber (salallâhu aleyhi ve sellem) Kâbe’ye girdi ve iki rekât namaz kıldı. Hz. Peygamber (salallâhu aleyhi ve sellem) Kâbe’den çıkınca, Hz. Abbas (radiyallâhu anh) ondan anahtarı istedi ve hacılara su verme işi ile birlikte muhafızlığı da kendisine vermesini istedi. Bunun üzerine “Allah, emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adalet ile hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Allah hakkıyla işiten ve hakkıyla görendir.”(Nisa, 4/58) âyeti indirildi.
Hz. Peygamber (salallâhu aleyhi ve sellem) Hz. Ali’ye (radiyallâhu anh) anahtarı Osman’a geri verip kendisinden özür dilemesini istedi. Hz. Ali (radiyallâhu anh) böyle yapınca Osman kendisine: “Anahtarı zorla aldın, eziyet ettin, sonra da gelip yumuşak davrandın” dedi. Hz. Ali (radiyallâhu anh): “Allah durumun hakkında âyet indirdi deyip inen âyeti okudu. Osman, bunun üzerine: “Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehâdet ederim ki Muhammed, onun Resûlü’dür” dedi ve Müslüman oldu.
Âyet ve âyetin iniş sebebinden şunu anlıyoruz ki tevdi edilen görev, yetki ve sorumluluk emanettir. Hak edene verilmesi, hak edenin onun hakkını vermesi, yerli yerinde kullanması ise adalettir. Görev, yetki ve sorumluluğun hak etmeyene verilmesi, adaletsizlik ve haksızlığın başlangıcıdır. Çünkü o bu görevin hakkına riayet etmeyecek, yerli yerinde kullanmayacak, belki de onunla günah ve münkerât olan işler yapacak. Bu sebeple, görev isteyene değil layık olana, ehil olana verilir.
Kimi insan görevin hakkını vereceğinden değil, makama ve dünyalığa meylinden bir görev, yetki ve sorumluluğa talip olur. Gayesi Allah’ın rızası çerçevesinde, o görevi ikame etmek değil, nefsinin istek ve temayüllerini tatmin etmektir. Bir şan, şeref ve şöhrete kavuşmaktır. Bu da onun cehaletindendir.
Allah (c.c.): “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluktan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 33/72) buyuruyor.
Mümin insan emanet ehlidir. Emanete riayet edendir. Emanetin hakkını verendir. Kendisine teslim edilen her görev, yetki ve sorumluluğun hakkını verir. Bu konuda üzerine düşeni en iyi şekilde yerine getirir, görevini ihmal etmez ve baştan savmaz. Görevinin başına zamanında gelir, işini en iyi şekilde yapar. Görev ve sorumluğunu birilerinin istek ve arzuları doğrultusunda değil, Allah’ın emrettiği hak dairesi içerisinde kullanır. Allah (c.c.) âyeti kerimede müminleri methediyor ve: “Onlar, emanetlerine riayet ederler ve verdikleri sözleri yerine getirirler” (Müminun, 23/8) buyuruyor.
Görev, yetki ve sorumluluğun ehil olmayana, bu işin hakkını vermeyecek, onda haksızlık, adaletsizlik yapacak, onunla adam kayırıp, birilerinin hakkına girecek birilerine verilmesi büyük bir vebaldir. Bu sebeple görev, yetki ve sorumluluğu ehli olana, layık olana, hak edene, hakkını verecek olana, adaleti ikame edecek ve he hak sahibine hakkını verecek olana verilmesi esastır.
Mevla’m bizleri sahip olduğu görevin hakkına riayet eden, ehil ve adil kullarından eylesin inşallah. Âmin.