“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde, insanların fevc fevc Allah’ın dinine girdiklerini görürsün. Öyleyse, Rabbini hamd ile tesbih et ve ondan bağışlanma dile! Çünkü o tevbeleri çokça kabul edendir.” (Nasr, 110/1-4)
Hudeybiye anlaşmasından sonra bir savaşsızlık hali yaşandı. İnsanlar diledikleri tarafa katıldı veya diledikleri tarafla ittifak kurdu. Hayber fethedildi ve sonrasında Mekke fethedildi. Mekke’nin fethi on bin insanla gerçekleşti. Allah Rasûlü (s.a.s.) fetih hazırlıklarını gizli tuttu. Mekke’nin etrafını sardığı gece her bir askere bir ateş yakma emrini verdi. Mekke’liler bir anda gördükleri ateşlerle korku ve dehşete kapıldılar.
Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) gayesi Mekke’ye kan dökmeden girmekti. Öyle de oldu. Ufak tefek bazı vuruşmaların dışında bir çatışma yaşanmadı. Allah Rasûlü ve ashâbı, zorla, zulmedilerek çıkarıldıkları şehirlerine muzaffer olarak girdiler. Sevinmek haklarıydı. Coşku haklarıydı. Hatta kendilerine zulmedip, yurtlarından çıkaranlardan intikamlarını almaları da haklarıydı. Fakat Allah Rasûlü (s.a.s.) böyle yapmadı.
Allah Rasûlü (s.a.s.) sıradan biri değildi, o bir kral veya melik değildi. O Allah’ın Rasûlü, peygamberi ve nebisiydi. Kibirlenmek, gurura kapılmak, zafer sarhoşluğuna girmek, kendisine daha evvel zulmedip yurdundan çıkaranları gafil avlayıp kıstırmışken intikam almak, ona yakışmazdı. İşte fark buradaydı. Allah Rasûlü (s.a.s.) devesinin sırtında kafasını eğmiş, neredeyse mübarek sakalı devenin boynuna değecek kadar eğilmiş, hamd ederek, tesbih ederek, bir nevi secde ederek Mekke’ye girdi.
Allah Rasûlü (s.a.s.) zafer ve fethi kendinden bilmedi. Allah’tan bildi. Yardım ondandı. Güç, kuvvet ve kudret onundu. O dilediğini aziz eder ve dilediğini de zelil ederdi. Madem zafer de fetih de ondandı. Öyleyse ona hamd etmek, ona şükretmek, hiçbir kâfir, münafık ve zalimin önünde eğmeyen başı ona eğmek ve secde haliyle Mekke’ye girmek ona yakışırdı.
Yirmi sekiz mayıs günü bir zafer yaşandı. Haktan yana olanlar, hakkı savunanlar, dine yardım edeceğini söyleyenler, dine yardım edenler kazandı. Sapkın fikirleri savunanlar, hakka düşmanlık edenler, hakkı batıl ile karıştıranlar kaybetti. Camiyi, ezanı, tevhidi savunanlar kazandı. Camiye, ezana, tevhide düşman olanlar kaybetti.
Mazlumdan, muhacirden ve ezilmişten yana olanlar, dünyanın öbür ucunda da olsa bir şekilde zora düşenlere yardım elini uzatanlar, Afrika’nın o kurak, çorak topraklarına su, aş, ekmek ve su kuyusu olanlar kazandı. Mazluma, muhacire, ezilmişe düşman olanlar ise kaybetti.
Daha ilk gününden itibaren depremzedenin yardımına koşan, yıkık binaların altından onları kurtarmak için çalışanlar, yakınlarını kaybedenlere teselli, yaralılara merhem olanlar, geri de kalanlara çadır ve aş evi olanlar, kazandı. Depremzedeye yardım edeceğine oturduğu yerden birilerini suçlayanlar, iş yerine edebiyat yapanlar, dahası kendisini desteklemedi diye en ağır hakaretlerde bulunanlar ise kaybetti.
Dünya Müslümanlarına ümit olanlar, her daim onların duasında kendisine yer bulanlar, İslam, Müslüman, cami, tesettür ve seccade bilip alnı secde görenler kazandı. İslam, Müslüman, cami, tesettür ve seccade bilmeyenler ve alnı secde görmeyenler ise kaybetti.
Her şeye rağmen ve her şey ile birlikte yardım ve zafer Allah’tandır. Başarıya ulaştıran O’dur. Öyleyse Müslüman zafer sarhoşluğuna kapılamaz. Ben yaptım, ben ettim, ben kazandım diyemez. Göğsünü kabartıp kibirlenemez. Kimseye caka maka atamaz. Tam aksine o hiç kimsenin önünde eğmediği başını Rabbi olan Allah’a daha çok eğip secdelerini çoğaltarak onu hamd ile tesbih etmeli ve ona şükretmelidir. Mevla’m her daim zafer ve fetihler nasip etsin inşallah.