“Mennâ’in lil hayr” olmak demek, hayrâ, hayır olana engel olmak mani olmaktır. Hayır olan işlerin yapılmasına, yerine getirilmesine karşı gelmektir. Bir yerde hayırlı bir iş yapılıyorsa, o hayırlı işin yapılmasını söz ve fiil ve şiddetle engellemektir.

Hayır ve hayırlı iş denince, Allah (c.c.) ve Rasûlü’nün (s.a.s.) emrettiği fıtrata uygun olan şeydir. Namaz kılmak, oruç tutmak, umre yapmak, hacca gitmek, tesettüre bürünmek, Kur’an dersi almak ve vermek hayırlı işlerdendir. Yolda eziyet veren bir taşı kaldırmak bile hayırdır, hayırlı iştir.

İslam davetinin Mekke’de yayılmasına engel olmak, İslam davetçilerine eziyet etmek, Kâbe’de namaz kılan Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) mübarek boynuna deve işkembesi bırakmak, Kâbe’de Kur’an okuyan Abdullah İbn Mesud’a (r.a.) saldırıp ölesiye dövmek ve kan revan içinde bırakmak hayra mani olmaktır.

Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) gördüğü rüya üzerine sadece Kâbe’yi tavaf etmek için bin beş yüz kadar ashâbı ile yola çıkan Allah Rasûlü (s.a.s.) ve ashâbını Hudeybiye’de durdurup Mekke’ye girmelerine engel olmak “menna’in lil hayr” olmaktır.

Bir dönem Rabbinin emri gereği tesettüre bürünen genç kızları üniversite kapılarında bekletmek, onların kanuni ve fıtri hakları olan eğitim ve öğretimlerine engel olmak, eğitim ve öğretimlerini bitirenlerin kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmalarına engel olmak “menna’in lil hayr” olmaktır.

Ezanın asli dili olan Arpça ile okunmasına mani olmak, ibadet mekânlarını kışlaya ve at ağıllarına çevirmek, camilerin namazdan yarım saat önce açılıp, yarım saat sonra kapanmasını emredip normal vakitlerde ibadete açık olmasına mani olmak “menna’in lil hayr” olmaktır.

Camilerde Kur’an dersinin sadece yaz Kur’an kurslarıyla sınırlandırılması, bunun da on iki yaş ile sınırlandırılması ve resmi imamların dâhil görevli oldukları camilerde Kur’an dersi vermelerine engel olunması, ders verenlerin gözaltına alınıp işkence ve soruşturmalara tabi tutulması, idari soruşturma neticesinde “akidesi bozuk” muamelesine tabi tutulması “menna’in lil hayr”dir.

Yukarıda saydığımız durumların hiç biri elhamdülillah şu an yoktur. Bahsettiğimiz durumlar iki bin öncesine ait durumlardır. Bahsettiğimiz durumların tamamı ve çok daha fazlası yaşandı/yaşatıldı. Bu yaşanan ve yaşatılanlar kof ve çürük bir zihniyetin ürünüydü. Bunu yaşanan bir hadise üzerinden örneklendirelim:

İki bin öncesinde resmi olarak bir köyde görev yapan bir imam gözaltına alınıyor. En olmadık hakaret ve işkencelere uğruyor. İşkencenin her türlü seansına tabi tutuluyor. Burada yazmaktan hayâ ettiğim ama yapanların hayâsızca yapmaktan çekinmediği işkenceler yapılıyor. Nihayetinde kendisine üç soru soruluyor. Caminde Kur’an dersi vermek yasak olduğu halde neden Kur’an dersi veriyorsun? Eşin neden çarşaf giyiyor? Evinde neden televizyon kullanmıyorsun? Birkaç gün gözaltından sonra serbest bırakılan imam, bu sefer ilçe müftülüğü tarafından çağırılıp tayinini başka yere kaldırması, aksi takdirde idari soruşturma neticesinde görevden atılacağı bildiriliyor. Allah rahmet eylesin imam, mecburen tayinini o günün tayin şartlarının da zorluklarıyla beraber başka bir ilçeye aldırıyor.

Örneğini verdiğimiz imamın benzeri birçok örnek verebilirim. Yıllarca sadece ve sadece Kur’an dersi verdiği için görevlerinden uzaklaştırılan imamlar, yalnız ve yalnız tesettürü için yıllarca eğitim ve öğretimlerini bitiremeyip diplomalarına yıllar sonra kavuşabilen bacılar ve daha nicelerinin maruz kaldıkları “menna’in lil hayr” zihniyetinin ürünüdür.

Biz Müslümanlara düşen “menna’in lil hayr” olanlara yolu açmamak, onların tekrar bizi yönetmelerine müsaade etmemektir. Onlardan yana tercihte bulunmamaktır.

Mevla’m bizleri “menna’in lil hayr” olanlardan değil “şeccâ’un lil hayr” olanlardan eylesin inşallah.