İnfak, sözlükte “tükenmek, tamamlanmak, son bulmak” manalarına gelse de ıstılahi manada Allah’ın kişiyi verdiği her nimetten Allah yolunda harcaması anlamına gelir. Bu kavram zamanla ayni ve nakdi harcamalarla özdeşleşmiştir. Kapsam olarak zekattan daha geniş kapsamlı olup kişinin aile fertlerine vermekle yükümlü olduğu nafaka dahil, zekat, fıtır sadakası, fidye, kefaret ve her türlü sadakayı içine alır.

Kur’an-ı Kerim’de infak, hem muttakilerin, hem müminlerin, hem ebrar olanların hem de muhsinlerin vasıfları içerisinde zikredilmiştir. Önemli olan yapılan infaka hiçbir riya, gösteriş, minnet, eza ve töhmetin karışmaması hassaten Allah rızası için verilmesidir.

İnfaka minnet ve ezanın karışması, yapılan infakı iptal etmekte ve bir kayanın üzerindeki toprağa şiddetli bir yağmur isabet etmesi gibi silip süpürmektedir. Bu sebeple fert olarak şahıslara vermekten ziyade, vakıf, denek ve cemaat eli ile vermek daha doğrudur. Ferdi olarak birisine verildiğinde mutlak surette bir miktar gösteriş ve riya, eza ve minnet işin içine karışabilmektedir. Allah (c.c.) Bakara süresi 264. Ayette:

“Ey İnananlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını sarf eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu çırılçıplak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkâr eden kimseleri doğru yola eriştirmez”

Kişi ferdi olarak veya dernek, vakıf ve cemaat eliyle infakını yapabilir. Fakat burada önemli olan yapılan infakın gösterişe dönüştürülmemesi ve sonrasında minnet edilip başa kakılmamasıdır. Vakıf, dernek veya cemaat eliyle verildiğinde minnet etme ve başa kakma oranı neredeyse sıfıra inmektedir. Çünkü muhtaç kişilerle birebir muhatap olunmadan aracı şahısların eliyle verildiğinden, veren şahıslar da kendi mallarını değil de başkasının malına aracılık ettiğinden minnet ve eza etme oranı neredeyse tamamen yok olmaktadır.

Ferdi olarak yapılan infakta verilen kişiye bir şekilde herhangi bir sebeple kızıldığında infakı vermeye son verilebilmekte, bu kadar zamandır sana infak ediyorum sen hala nankörlük ediyorsun denilip ağır sözler söylenebilmekte ve o zamana kadar yapılan infakların silinip gitmesi gibi bir tehlikeye düşülebilmektedir.

İslam tarihinde Hz. Ebû Bekir infak konusunda en büyük örnektir. Birçok köleyi yüksek bedeller ödeyerek hürriyetlerine kavuşturmuş. Hicrette Allah Rasûlü (s.a.s.) ve kendisi için deve ve azık temin etmiş, Tebuk seferinde tüm servetini getirip vermiş. Buna karşılık halifelik döneminde kendisine verilen maaşı dahi vefat döşeğinde geri iade etmiştir. Tabiri caizse alan el değil her daim veren el olmuştur.

Hz. Ebû Bekir (r.a.), Mistah b. Üsâme gibi nice fakir ve yoksula yardım etmiştir. Bütün bunlarla birlikte adı ifk hadisesinde Hz. Aişe (r.a.) validemize iftira edenlerin arasına karışan Mistah b. Üsâme’ye artık bundan böyle infak etmeyeceğine dair yemin etmiştir. Bunun üzerine Allah (c.c.):

“İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere mallarından vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir” mealindeki (en-Nûr 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir bu kararından vazgeçerek yardımlarına devam edeceğini açıkladı.

Netice itibariyle ferdi olarak infaklarımızı verebilsek de bunun içine minnet ve eza karışabilme ihtimalinin yüksek olması sebebiyle vakıf, dernek ve cemaat eliyle vermek daha doğrudur diyor ve sizi Allah’a emanet ediyorum.