Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) beraber oturdukları bir meclise adamın biri girer ve Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) hakaret eder. Adam, kimin huzurunda olduğunu düşünmeden, hakaretinin dozajını artırır. Bu arada Hz. Resûlullah da (s.a.s.) Hz. Ebû Bekir de karşılık vermez. Adam daha da ileri gidince, Hz. Ebû Bekir (r.a.) dayanamayıp karşılık verir. Hz. Ebû Bekir (r.a.) karşılık verince, Allah Resûlu (s.a.s.) kalkıp oradan ayrılır. Allah Resûlu (s.a.s.) oradan ayrılınca, Hz. Ebû Bekir de peşinden oradan ayrılır ve kendisine yetişerek merakla sorar. “Ey Allah’ın Resûlu (s.a.s.)! Adam bize hakaret etti, siz sustunuz, ben karşılık verince, oradan ayrıldınız” dedi. Resûlullah (s.a.s.): “Ya Ebâ Bekir (r.a.)! Adam hakaret edip sen karşılık vermediğinde, Allah’ın (c.c.) görevlendirdiği bir melek adama cevap veriyor ve sana dua ediyordu. Sen karşılık vermeye başlayınca, melek orayı terk edip gitti ve yerine şeytan geldi. Meleğin gidip şeytanın geldiği bir ortamda duramam” buyurdu.

Olumsuz bir mesele, birinin haksızlık veya hakaretine uğrama durumunda müminin sabredip karşılıksız vermemesi ve durumunu Allah’a havale etmesi durumunda, Allah o kuluna sahip çıkar ve korur. Görevlendirdiği melekleri veya emrindeki askerleri ile saldıran kişiye karşı mücadele eder. Burada önemli olan, biri mümin ile sataştığında veya hakaret ettiğinde sabredip karşılık vermemesi ve onu Allah’a (c.c.) havale etmesidir. Mümin işini Allah’a havale edince, Allah onu sahipsiz bırakmaz. Ama işini kendisi hal etmeye çalıştığında kendisine sataşan kişiden farkı kalmaz ve şeytan devreye girer. Şeytan onu da kendisine haksızlık edeni de kışkırtır ve karşılıklı alevlendirir.

Müminin sabredip işini Allah’a havale etmesi durumunda, haksızlık yapanın ceza görmesi bazen hemen bazen de zaman içerisinde görülebilir.

İstanbul’da semt pazarcılığı yaptığım dönemde pazarda satacağım eşyaları sergi yerine bırakıp aracımı park etmeye götürüyordum. O esnada sebze meyve tezgâhı kuran bir pazarcının çadırının demir sırığı aracıma değiyordu. Demir sırığın araca zarar vermesi muhtemeldi. Aracın camını açıp kibarca “kardeş, sırığın araca değmemesine dikkat eder misin” dedim. Adam, bu kibar tavra karşı en sert üslubuyla ve bağırıp çağırarak karşılık verdi. Ben elimi havaya kaldırıp bir şey demeden aracı park yerine götürdüm. Dönüşte pazar tezgâhımı kurmayla uğraşırken bana sataşan adamın tezgâhının yanında bir kalabalık oluştu. Bana sataşan adam bir başkası ile kavga ediyordu. Karşıdaki adam, bana sataşan adamın gözünün ortasına yumruğu indirdi. Kim bilir bu kadar kısa zamanda belki de sabah ki ettiğinin karşılığını almıştı?

    Bunun benzeri bir mesele zamanında Süryani asıllı vatandaşların kaldığı bir köyde yaşanıyor. Köyde bir adam öldürülüyor, karşı kabileden ciddi manada şüphelenilmesine rağmen bir ipucu veya delile rastlanmıyor. Maktulun olduğu kabile reisi akıllı ve zeki biridir. Aile ve gençlerin olduğu kalabalık bir mecliste “herkes dua için elini havaya kaldırsın” diyor. Herkes elini kaldırınca “Allah’ım katillerimize öyle bir karşılık ver ki gönlümüzce ama elimizle olmasın” diyor. Aradan bir süre geçince karşı kabilenin iki çobanı Süryani asıllı çobanın birini haksız yere öldüresiye dövüyorlar. O esnada diğer bir çoban “onu öldürmeyi bana bırakın, ben yetişmeden öldürmeyin” diyor. Süryani öldürüleceğini anlayınca silahını çıkarıp kendisini döven her iki çobanı da öldürüyor. Üçüncü çoban geri kaçıp haberi köye yetiştirinceye kadar Süryani çoban kaçıp kurtuluyor. Bu şekilde ağanın duası çok uzun zaman geçmeden kabul oluyor.