Hz. Peygamber (s.a.s) Uhud savaşına çıkacağı zaman Medine’nin içinde mi yoksa dışında mı savaşılması hususunda ashabı ile istişare etti. Genç, heyecanlı ve Bedir savaşına katılmamış olanlar Medine dışında savaşmak istediler. Hz. Peygamber (s.a.s) Medine içinde savaşmaktan yana idi. Genç ve heyecanlı olanlar ısrar edince, Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine dışında savaşma kararı aldı. Hz. Peygamber (s.a.s), içeri girip zırhını giyerken bu gençler, acaba Hz. Peygamber’e (s.a.s) fazla baskı yapıp onu üzdük mü düşüncesine kapıldılar ve Medine dışında savaşma kararlarından vazgeçtiler. Hz. Peygamber (s.a.s) zırhını kuşanmış bir şekilde yanlarına çıkınca, bu kararlarını kendisine bildirdiler. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s): “Bir peygamber zırhını giydikten sonra savaşmadan onu çıkarmaz” buyurdu. Bu şekilde azim ve kararlığını ortaya koymuş oldu.

Savaş esnasında Ayneyn tepesine konulan okçuların kimisinin itaatsizlik etmesi neticesinde savaş zafer ile değil mağlubiyet ile neticelendi. Yetmiş sahabe şehit oldu. Hz. Peygamber’in (s.a.s) mübarek dişi kırıldı ve yanağına miğfer battı. Buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.s) ashabına kızmadı ve onlara yumuşak davrandı. Bunun üzerine Âl-i İmrân sûresi 159. âyeti kerimesinin de içinde bulunduğu âyetler nazil oldu.

“Allah’tan bir rahmet sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz çevrenden dağılıp giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlara mağfiret dile, iş hususunda onlarla istişare et. Bir kere de azmettin mi? Artık Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah tevekkül edenleri sever.”

Gerekli istişareleri ettikten, iyice elekten geçirip üzerinde düşündükten ve gerekli tahkikleri yaptıktan sonra bir işi yapmak “azm”dir. Üzerinde düşünmeden, gerekli tahkikleri yapmadan ve iyice elekten geçirmeden bir işi yapmak ise azmetmek değildir. Böyle bir şey ancak sonuçlara aldırmaksızın canlarının istediklerini yerine getiren ve bu konuda ne olursa olsun bir işi yapmak isteyen kimseler hakkında düşünülebilir. Böyle bir işin neticesinin nereye varacağı da bellidir. Bu şekilde davrananlar hakkında şair şöyle demiştir:

“O, bir şey kararlaştırdı mı, artık azmini gözünün önüne (hedef olarak) koyar.

Ve sonuçlarının söz konusu edilmesini bir kenara atar.

Görüşü hususunda kendisinden başkasıyla da istişare etmez.

Ve kılıcının kabzasından başka bir arkadaşa da razı olmaz.”

Kimi âlimler “azm” ile “hazm”i bir görmüş olsalar da, İbn Atiyye  “hazm”, bir mesele hakkında güzel bir şekilde tespitte bulunmak, onu iyice elekten süzmek ve o hususta yanılmaktan çekinmektir. Azmetmek ise, bir işi yerine getirmeyi kastetmektir der. Araplar da: “Azmedecek olursam, “hazm” ederim. Yani azmetmeden önce onu iyice ölçer biçer, düşünürüm” derler.

Bir iş konusunda güzel netice almak isteyenler, o işi yapmadan önce tüm yönleriyle onu araştırır. İşin varacağı yeri, getireceği kâr ve zararı hesap eder ve ondan sonra o işe koyulur. Bu aynı zamanda tevekküldür de. Fevri hareket edenler yanılır. Yanılanlar yanlış sonuçlar elde eder ve zarar eder. Bazen bu zarar onarılmaz neticeler oluşturabilir. Kimisinin canına ve kimisinin malına sebep olabilir. Bu nedenle “azm”dan önce “hazm”, işin neticesi açısından önemlidir. “Azm”dan önce “hazm”i yapanlar ve ondan sonra “azm” edenler, işlerini bir kerede Allah’a havale etti mi, Allah tevekkül edenleri sever. Tevekkül edenlerle beraberdir ve onların yardımcısıdır. Onları güzel neticelere ve zaferlere ulaştırır.

Allah işin neticesini düşünmeden iş yapanlardan eylemesin. Amin!