Uzun bir aradan sonra tekrar siz okuyucularımızla buluşturan Allah’a hamd olsun. Resul-ü Kibriya Muhammed Mustafa’ya salât ve selâm olsun. Malumunuz, daha evvel ekonomi ve ticaret ahlâkı üzere yazıyordum. Bundan böyle ilim ve irfana dair yazacağım inşallah.

Allah katından seçilmiş bir aileden olan İmrân’ın hanımı Hanne, bir ağacın altında iken yavrusunun ağzına gagası ile yiyecek boşaltan bir kuş görünce, tâ kalbinin derinliklerinden: “Rabbim, karnımdakini sana hür olarak (muharraren) adadım. Benden kabul buyur. Şüphesiz duaları hakkıyla işiten ve bilen sensin” (Âl-i İmrân 3/35) diye dua etti.

Doğacak çocuğunu mabede, Allah’ın evinin hizmetine bütün samimiyeti, hür düşüncesi ve iradesiyle adadı. Onu dünyalık her şeyden, kendi hizmetinde çalışmaktan uzak eyleyip Allah’ın kulluğuna, evinin bakımına tahsis eyledi. Böylece onu hür kıldı. Bütün köleliklerden, boyunduruklardan azad eyledi.

Hanne, bir erkek çocuğu olur ümidiyle adağını adamıştı. Ama o kız doğurdu ve kız doğurunca da şaşırdı. “Onu doğurunca dedi ki: ‘Rabbim onu kız doğurdum’ ‘Rabbi onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir ya’ erkek kız gibi değildir. Onun adını Meryem koydum. Onu ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden senin korumana bırakıyorum” (Âl-i İmrân 3/36).

Esasında mabede kızlar değil erkekler adanır. Ama Hanne tereddütsüz adağını yerine getirdi ve onu mabedin hizmetkârlığına verdi.

“Rabbi çok güzel bir kabul ile ondan kabul etti. Güzel bir bitki gibi onu yetiştirdi ve Zekeriyâ’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriya onun yanına her girdiğinde yanında yeni bir rızık buldu ve ‘bu sana nerden ey Meryem’ deyince, o Allah tarafından cevabını verdi. O dilediğine hesapsız rızık verir” (Âl-i İmrân 3/37). Samimi ve içten adağın neticesi ve mükafatı budur işte.

Kız veya erkek olsun evladını dünyalık bütün esaretlerden kurtarıp Allah’ın yoluna, dininin, mabedinin hizmetine vermeyi, ismini Allah’a çokça kulluk eden manasında Meryem koymayı ve şeytanın şerrinden de Allah’a sığındırma örneğini Allah Hanne üzerinden bize öğretiyor. Bir anne düşünün ki çocuğunun güzel akıbetini mabede hizmette görüyor. Kurtuluşu camide ve mescitte görüyor.

Anne şefkati, genelde imanının önüne geçer ve peşin olana aldanan kişi gibi çocuğunun maddi geleceğini manevi geleceğinin önüne alır. Evladı biraz daha uyusun diye namaza kaldırmaz. Okul okusun diye camiye yollamaz. Canı istiyor diye örtünmesini ileri yaşlara kadar hoş görmez. Evladının nahoş iş ve ilişkisini babasından gizler. Bundaki tek amacı çocuğun iyiliğidir. Fakat şefkat perdesi gözüne inmiş, evladımı kurtarayım derken eliyle ateşe hazırlamıştır. 

Peki, her anne böyle midir?

Elbet değildir…

Hâcer gibi İsmail’ini, Hanne gibi Meryem’ini, Sümeyrâ gibi Avf, Muâz ve Muavviz’ini Allah’ın yoluna adayan nice anneler vardır ve olacaktır.    

Mümin bir anne ve baba olarak evladının Allah’a iyi bir kul olmasını, namazında ve ibadetinde cami ve mescit ehli sâlih bir kul olmasını kim istemez ki?

Elbet isteriz ama sadece istemek yeterli midir?

Bunun için bir şeyler yapmak gerekmiyor mu?

Abdülhalim Seçkin ( Konuk yazar )