Ayet ve hadisleri ezberlemek, İslamî ilimleri, tebliğ  için tetkik etmek, elbette güzeldir ve gereklidir. Ancak kişinin kendisi için öğrenilenlerden birinci dereceden kendisini sorumlu bilmek, hem bir vecibe hem de bir erdemdir.

Öğrenmek kolaylaştı. Fakat herkes öğrenmeyi bir başkası için yapıyor. 
Bu konudaki sorun; özellikle kendisini İslamî alanda  hissettiriyor. Çünkü  yapmadığını ve yapamayacağı şeyi söylemek, başkasına tavsiye etmek İslam’da büyük günah sayılmıştır. Ahlaki de değildir. "... niçin yapmadığınız şeyleri söylersiniz..."  ilahi hitabı, imani ve ahlaki bir ilkedir. Şahsiyete yönelik bir niteliktir.

Nitelikli toplumlar nitelikli bireylerden oluşur. Güçlü ve arzulanan bir İslamî toplum da muhlis, gayretli ve donanımlı mümin ve Müslümanlardan oluşur. Uçaklarda tehlike anlarında oksijen maskelerinin ve can yeleklerinin önce anne-babalar tarafından takılması, daha sonra çocuklara takılması kuralı zorunludur. İmtihan dünyasında da mümin fert için bu tarz bir zorunluluk söz konusudur. 

İslam; inançta, fikirde, amelde ilk önce kişinin bizatihi kendisinden işe başlamasını ihtar ve ikaz eder.

İslami yapılanmalarda güven bunalımının temel sebeplerinden bir tanesi de budur. Mensup ve mesul ilişkilerinde bu durum; bireylerde zamanla kullanılma hissine ya da başka olumsuzluklara yol açar. 

Siyasî eğilimleri, sosyal projeleri, toplum idaresine yönelik hedefleri olan yapılarda, özellikle de üst kademelerinde bu hassasiyet çok daha ön planda tutulmalıdır.
"KURUMLAŞMA" esasında üst yapının, yani yöneticilerin organizesi; sevk ve idaresi edilmesi olarak tanımlanır siyaset bilimlerinde...

Yani tabandan ziyade bir çatı/tavan meselesidir. Oysa İslam aleminin en büyük sorunlarının fatura edildiği "kurumlaş(ama)ma" sorunu bir yönetim/yönetici sorunudur. Teşkilati esaslar da tıpkı başta geçtiği gibi öncelikle söylemcisini bağlamalıdır...

Sonuç olarak; kal/hal (söylem-eylem) uyuşmazlığı sadece iç tutarsızlığa değil, günah ve güven bunalımına da sebeptir.

Allah'a emanetsiniz.