28 Şubat denilince 1996 yılına gideriz. O dönemdeki zihniyeti anlamaya çalışırız. Her şey Rahmetli Necmettin Erbakan`ın koalisyon hükümeti kurmasıyla başlamıştı. O dönemlerde bir ilk olarak Erbakan`ın; “Türkiye yönünün Müslüman ülkeler olması gerektiği” fikrini dillendirmişti. Bu düşünce doğrultusunda Mısır, Libya ve Nijerya devletlerini ziyaret etmesi birilerini fazlasıyla rahatsız ediyordu… Bu gidişattan rahatsız olanlara bugün 28 Şubatçılar diyoruz. İslami kesimleri tasfiye etmek için bahaneler üreten “post modernciler” Müslümanların her faaliyetini “irtica geliyor” manşetleriyle gündeme taşıyorlardı. Hatta bugün yoğun olarak konuştuğumuz “Kudüs`ümüz” üzerinden Sincan`da tankları yürütmüşlerdi. Sincar Belediyesi tarafından “Kudüs gecesi” adı altında yapılan bir etkinliğe dahi tahammül edemiyor ve bunu gerekçe yaparak  “demokrasi balansı ayarı yaptık” diyerek darbe naralarını atıyorlardı.

Başta İsmail Hakkı Karadayı ve Çevik Bir olmak üzere bugünlerde müebbet hapisle yargılananlar işin öncülüğü peşindeydiler… Tabi o günden bu güne akan dereden çok sular geçti. Ve bir zihniyet değişikliği olduğunu görüyoruz. Bu zihin değişikliği bu şahısların yargılanması sonucunu doğurmuştur. Ancak anlaşılmayan bu zihniyetin mağdur ettiği kişilerin birçoğunun hala cezaevinde oluşlarıdır. Unutuldukları veya birileri tarafından bilindikleri halde siyasi hesaplara kurban verildikleri…

Kolay değil, 20 yıldan fazla dört duvar arasında olanlar. Sayıları hala yüzleri buluyor. Hepsinin hikâyesi farklı farklı, ama hepsi de yürek parçalayıcı. Kimisi düğününe bir hafta kala götürülmüş nişanlısı hala daha sabırla beklemekte. Kimisi cezaevinde o hasretle Rablerine ulaşmışlar. O dönemde  zamanın kudretli! paşaları “brifingledikleri” yargı vasıtasıyla hınçlarını bazı gençler üzerine boşaltmışlar.

Yani onların hayatları üzerinden güç gösterisinde bulunmuşlar. Ne adına? Adalet! Adına… “Adalet” kavramının ne kadar önemli, hatta kutsal olduğuna bir daha şahit olduk. Mağdurların adalet saraylarında, amiyane tabirle “dayıları yoksa” yıllar boyunca yatıyorlar. Arayanları, soranları olmuyor.  Zaman zaman konuşan 28 Şubat mağduru yakınları da en çok bundan mustaripler ve “Unutulduk!” diyorlar. Aslında unutulmadılar. Kurban edildiler.

Mağdurların “dayıları” varsa kamuoyunda unutulmuyorlar. Arkalarında duran bir güç onları dillendiriyor ve sonunda hepsi birden kurtuluyorlar. Yani sulandırılmış adaletin hem başı hem de sonu sorunlu oluyor. Topluca mahkûmiyet ve sonunda topluca adaletin elinden kurtulmak... Tıpkı Balyoz davası veya Ergenekon davasında olduğu gibi! Davalar o kadar sulandırıldı ki sonunda yapılan yanlışlık! başka bir yanlışlıkla düzeltildi. Sanki içlerinde hiç suçlu yokmuş gibi; sanki hiç darbe özlemcisi, planlayıcısı yokmuş gibi.

Sayın Cumhurbaşkanı`nın “At izi it izine karıştı “sözüne birde bu açıdan yaklaşılmalı... Yargılanan 28 Şubatçıların ve FETÖ`nün mağdur ettikleri neden hala içerde? En azında yeniden yargılama yolu onların hakkı değil mi? Yoksa bunu görmeden 28 Şubatçılar ve FETÖ`cülere müebbet ceza istemenin ne kıymeti var. Çünkü O dönemin yüzlerce mağduru halen cezaevlerinde. 28 Şubatçıları ve FETÖ`cüleri yargılayanların; bu mağduriyetleri bilmelerine rağmen gündemlerine almamaları vicdan sahibi herkesi rahatsız ediyor. Kimsenin haberi yok mu dersiniz? Bence tüm detaylarını bilmelerine rağmen siyasi konjonktüre! kurban veriliyor. Unutuldukları için değil…