Bir kaç gün önceydi. Diyarbakır’a televizyon programına gitmiştik. Dönüşte hayvancılıkla uğraşan bir yerleşim bölgesinden geçiyorduk. O bölgeden geçerken çok ağır bir koku vardı ve araba pencerelerini kapatmak zorunda kaldık. Fakat aynı yerde mukim olan insanların kendi işlerinde rahat oturduklarına,   evlerinin önünde çaylarını yudumladıklarına, hatta parklarda piknik yaptıklarına şahit olduk. Aramızda olan bir arkadaş hayret ederek, “Bu koku içinde bu insanlar nasıl yaşayabiliyorlar?” dedi.

Arkadaşımız bunu söylerken Hanefi Avcı’nın meşhur olan “Haliçte Yaşayan Simonlar” kitabı aklıma geldi. Bu kitap FETÖ’nün yapılanma şekli ve bakış açılarını anlatıyor. Kitabın verdiği bilgiler kadar ismi de dikkat çekiyor. Aslında kitaba bu ismin verilmesinin hikâyesi de bir o kadar ilginçtir.  Hikâye şudur: Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Diyarbakır’da görev yaptığı sırada “Bekaa” kampından gelen bir militanın sorgusuna katılıyor. Simon lakaplı Yılmaz Çelik bir süre kampta PKK mahkeme başkanlığı görevini yapmış ve birçok kişi hakkında idam kararları vermiştir. Bir gün Simon’un karşısına kız kardeşini (Güler Çelik) çıkarmışlar. Onun suçu, “Erkelere baygın baygın bakarak onları devrimcilikten soğutmaktır.” Ona verilen ceza idamdır. Sözde Bekaa vadisinin mahkeme başkanı Simon, bu cezayı verirken kız kardeşinin suçsuz olduğunu bildiği halde sadece “Serokun” güvenini kazanmak,  göze girmek ve rütbesinin yükseltmesini düşünerek kardeşine idam cezasını verdiğini aktarmış…  Kitap isminin bir parçası olan “Simon” bu hikâyeden alınmış.

Kitap isminin diğer parçası  “Haliç” ise, farklı bir hikâyeden esinlenmiş. Bu hikâyeye gelince: Hanefi Avcı 92-96 yıllarında İstanbul’da bulunduğu dönemde görev icabı her gün sabah ve akşam Haliç’ten geçmek zorundaymış.  O dönemde Haliç çok kötü kokuyordu. Tam bir lağım gibiydi. Oradan geçerken arabanın tüm camlarını kapatır; fakat o kokudan tekrar nasibini alırmış. Hafif bir koku bile mide bulantısına sebebiyet veriyormuş.  Fakat kendisi, Haliç’in etrafında yaşayan insanlara bakarken hiç de bu kokuyu hissetmediklerini fark eder. Onlar parklarda geziyor, yemek yiyor, hatta piknik yapıyorlardı. Demek ki kötü bir ortamda bulunan insanlar belli bir müddet sonra oranın necasetini ve çirkinliğini görmediğini fark ediyor…  İşte kitabın ismi olan diğer parçası “Haliç” de bu hikâyeden alınmış.

      Bu örneklerden yola çıkarak diyebiliriz ki; insanlar uzun bir süre kötülükler ve günahlar içerisinde kaldığında artık bundan rahatsızlık duymazlar. Ve bu durum onların bir parçası olur. Bu bireyler için geçerli olduğu gibi toplumlar içinde geçerlidir. Çıkardıkları kötü kokuyu hissetmezler.  Bataklık içerisinde çürüyüp yok olmaya doğru giderler.  Hatta bunun daha sinsi ve tehlikeli olanı, bazen kötülük, ulvi amaçlar içerisinde gizlenmiş olduğu görülebilir. En ulvi değerleri ve masum kişilikleri kendi makam ve menfaatleri için merdiven olarak kullanabilirler. Böyle bir anlayışın oturması hem bireyler anlamında hem de toplumlar anlamında çöküşün en büyük nedenidir.