Dava adamı olmak için çok bilgili, çok kuvvetli veya çok zengin olmayı gerektirmez. Dava adamı olmak için öncelikle kişi davasıyla samimi olmalıdır. Zira kişideki samimiyet, dava adamlığının temeli ve esasıdır. Davasına zaman ayırmayan gerçek manada dava adamı da olamaz. Bu samimiyetin testi; davaya karşı harcadıklarıyla, terk ettikleriyle, fedakârlıklarıyla, paylaştıklarıyla, gayretleriyle ve bunların oluşabilmesi için ayırdıkları zamanla orantılıdır. Dava çalışmalarında yapılacak iş karşısında beni karıştırma, önemli işlerim var, zamanım yok gibi mazeretler üretenler ve bunu meleke haline getirenler gerçek manada dava adamı olamazlar…


Şunu net olarak belirtelim ki aziz İslam davası sadece boş kişilerin çalışacağı hizmet alanı değildir. Bunun içindir ki sürekli boş olmadığını, işlerinin yoğun olduğunu mazeret olarak gösteren ve ona zaman ayırmayan kişilerin davanın mahiyetini idrak edemediklerini söyleyebiliriz. Çünkü her işin hayatımızdaki önemi kadar ona yöneliriz. Yoğun olduğumuz dünya hayatı içerisinde de önceliklerimiz vardır. Bu öncelikler hiç aksatılmaz ve ona göre yaşam biçimimize yön veririz… Tam bu noktada İslam davasının mensubu olduğunu söyleyen herkes, davanın “ehem” noktasının kendi yaşantısındaki konumuna göz atmalıdır.


Diğer bir taraftan davanın mensubu olduğunu söyleyen birçok fert, davaya sadece “boş zamanlarını” ayırabileceğini söyler. Hatta çoğu kişiler boş zamanının da sadece artı kalanını dava hizmetine verir. Yani her türlü şahsi işlerine, hatta pikniklerine kadar her etkinliğe zaman bulurken dava işlerine zaman bulmaz. Bu kişiler için dava işleri ikinci veya beşinci sırada olabiliyor. Boş zamanı olduğunda bile boş zamanın da kırıntısını ve artı kalan vakitlerini ona ayırabiliyor. Peki, bu haleti ruhiye gerçekten bir dava adamının profilini gösteriyor mu? Bu gerçekten dava adamı mı?


Hayır, bu tür profildeki insanlara gerçek manada dava adamı denilemez. Zira bu dava boş kalanların ve arta kalan zamanını ona veren kişilerin işi değildir. Bu düşünceye sahip olan ve sadece boş zamanında dava işlerine vakit ayıran kişi gerçek bir dava adamı olamaz. Ve bu kişi dar günün adamı hiç olamaz. Lakin bu dava öyle ulvi öyle değerlidir ki en önemli vakitlerimizin baş köşesinde olmalıdır. Davanın yüzlerce çalışma alanı varken sadece boş olan kişilere havale etmek baştan kaybetmektir. Evet, işimiz olacak ama dava işleri de işimizin bir parçası olacaktır. Yoksa işleri sadece boş olan kişilere ve boş zamanlarımıza havale etmek işin değerini bilmemektir. Bu tür bir düşünceye kapılmak baştan tezgahı kapatmaktır.
Sonuç olarak; dava mensubu olan, ne için mücadele ettiğini bilen kişi en meşgul olduğu dönemlerde bile davanın işlerine koşar ve fedakârlıkta bulunur. Çünkü bu kişi nerden geldiğini, nereye gittiğini iyi bilen kişidir.

Bu bilinçle anlam dünyasına yüklediği değerlerle bu aziz davaya sadece boş zamanını ayırmak değil, tam tersi tüm dünyevi işlerini ona göre tanzim eder.