İnsanlarda iki tip karakter hep dikkatimi çekmiştir. Çalışanlar ve hiçbir çalışmaya katılmayıp “çalışma felsefesi” yapanlar. Bir tarafta hiçbir çalışmayı beğenmeme, her çalışmayı eleştirme, var olan gayretin kıymetini bilememe ve bu konuda hep felsefe yapanlar… Diğer tarafta ise çok çalışan, çalışmanın farkında olan ve elindeki işi bitirme gayretinde olup konuşmayı hak ettiği halde konuşmayanlar.
Bu iki kesim çok farklı kulvarlarda olan tiplerdir. Biri geldiği konumun hakkını verirken diğeri hak etmediği konumunu muhafaza etmek için çok konuşur. Evet, gerçek anlamda işinin hakkını verip üretkenliği olan kişilerin saha konusunda konuşma hakları vardır. Ancak bir üretkenlikte bulunmayıp saha hakkında sadece edebiyat yapan kişilerin konuşma hakları olmadığı gibi karakter sorunu da var diyebiliriz.
Lakin çalışan ve bu sorumluluğu taşıyan kişilikler gelişme için çalışılması gerektiğine inanır. Hatta çalışma sahasıyla ilgili sıkıntıları bildikleri için ahkâm kesmezler. Diğerleri ise sahanın tozunu yutmadığından ve oraya vakıf olmadığından hep ahkâm keser ve bu konuda konuşma felsefesi yapar. Hiçbir somut çalışma ellerinde olmamasına rağmen dil edebiyatıyla sanki tüm işleri kendileri ayakta tutuyormuş gibi bir hava estirir. Bu tür karakterler hemen hemen toplumun tüm çalışma alanlarında görülebilir.
Bu karakterleri İslami bir hareket açısından da değerlendirmek istiyorum: Her şeyden önce bu karakterdeki şahıslar Yüce Allah’ın sevmediği bir karakter tipidir. Bu konuda, “Yapmadığınız işleri niye başkasına söylüyorsunuz. Yapmadığınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir gazaba sebep olur” (Saf 2-3) ikazı vardır. Zaten inancıyla samimi olan, inandığını pratik bir çalışmaya yansıtır. Sadece konuşup söylediklerini çalışmaya yansıtmayan kişinin durumu, yansıması olmayan bir taş veya tahtaya benzer.
Diğer taraftan her konuda konuşmayı kendine meslek edinen ve her konunun uzmanıymış gibi felsefe yapan kişilikler ise İslami hareketlerde ciddi bir sorun olarak ortada duruyor. Hareket alanında hiçbir katkıları olmayıp, çalışma alanıyla ilgili acımasız eleştiriler ve hiçbir şeyi benimsememe konumunda kalırlar. Hatta teşkilatla ilgili organik bağları çok zayıf olmasına rağmen lider konumundaki bir kişi edasıyla her konu hakkında felsefe yapmaktalar. Ehliyetsiz, liyakatsiz bir pozisyonda olan bu karakterler, hiçbir çalışma sorumluluğunu taşımayan, çalışmaları yorumlama ve eleştirme felsefesini yapmakta uzmanlaşmışlar. Yapılanların yanlış olduğu veya eksik yapıldığıyla ilgili mangalda kül bırakmazlar.
Sonuç olarak; toplumun her katmanında olan bu tip kişiler sevilmediği gibi İslami bir hareket içerisinde de bir diken gibidirler. Ve dava yolunda çalışan fedakâr dava erlerinin ayaklarına bağ olurlar. Hiçbir işin sorumluluğunu yüklemeyen ve sadece yapılanlar veya yapılacaklarla ilgili eleştiriler ve “çalışma felsefesi” yapanlar davaya zarardan başka hiçbir şey vermezler. Asil olan dava erleri ise çalışma felsefesinden ziyade sahada hakkıyla çalışırlar.