Bu günlerde elimde Tolstoy’un meşhur kitabı “İvan İlyiç’in Ölümü” var. Tolstoy’un meşhur kitaplarından olan bu kitap, dünya klasikleri arasında yer alıyor. Kitabın konusu; başroldeki İvan İlyiç’in ölümcül bir hastalığa yakalanınca tüm dostları ve yakınlarının kendi hastalığına karşı umursamaz tavırlarının farkına varmasıyla bazı dünyevi değerlerin anlamsızlaştığını ele alıyor. 1886’da yazılan kitap, dünya hayatının şöhret, para, servet ve saygınlık uğruna ömrünü tüketmiş olduğuna pişman olan bir karakteri canlandırıyor. Romanın kahramanı, öleceğini bilen bir yargıcın geçmiş hayatı ve bulunduğu durumu konusunda yaptığı değerlendirmelerdir. Aynı zamanda dünyada anlamlı bir hayat nasıl olabilir, hayatın amacı ne olabilir, bu anlam için kendini sorgulama konularına değinir…  Aslında bu kitap, Tolstoy’un ruh dünyasından ölüme bakışın bazı ipuçlarını veriyor diyebiliriz…

                Fakat Tolstoy’un ölüm konusunu köşe yazımıza almamın sebebi; vefatından bir yıl önce Peygamber Efendimizin hadisleriyle ilgili bir kitap yazmasıdır. Özellikle bu kitap, Müslümanlığa karşı ilgiyi artırır diye mevcut rejim tarafından uzun zaman Rus halkından saklı tutuldu. Aynı şekilde Tolstoy’un son yıllarında din, ahlak, toplum gibi meselelerle birlikte ölüm meselesini ciddi manada irdelediği biliniyor. Özellikle Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in, din ve ahlak konularındaki hadislerinin kendisinin din ve dünya anlayışına yeni bir bakış açısı kazandırdığı söyleniliyor. Hatta bu durumu, Tolstoy Müslüman mı oldu? Söylentilerine sebep olmuş…

Aslında her insanın hayatında ölüme karşı farklı bir yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Hayat ve yaşamın anlamını ölüm gölgesinde değerlendiren farklı karakterleri görüyoruz. Kimisi bu gerçekliğe karşı fıtri duygularına gem vururken, kimisi bu gerçeklikle yüzleşmek istemişler. Tolstoy da bu kitapta kendi iç dünyasından yansımaları burada resmetmiş. Belki de bu romanın bu kadar tutulmasının nedeni, bu iç âlemle ilgilidir. Bu hayatı anlamlaştıracak ve dünya hayatı sonrasına yönelik bir yaşam biçimini çok daha anlamlı kılacaktır. İnsanın hayat sevgisi ve fıtrata hitap eden ilahi değerlerin önemini bilmek en büyük hazindir. Ölüm sonrası bir hayatın varlığına inanmak, dünya hayatında huzurlu ve dengeli yaşamanın garantisidir. Bu fıtrattan kaçan kişiler ise hayatlarını anlamsız kılıyor ve değer olarak bildiği birçok şeyin hiçbir kıymeti kalmıyor. Bu konuda üstat Bediüzzaman’ın ifadesiyle, beş gramlık yükten kurtulmak için bir ton yükün altına giriyor insan.  

                Sonuç olarak; hayatın iki ucu olan yaşam ve ölüm konusunda derin ve hikmetle meseleye baktığımızda ölümün ve yaşamın neresinde durduğumuzu ve münasebetlerimizdeki ilişkilerin hangi niyetlerle olduğunu iyi tahlil etmemiz gerekir. Bu ilişkilerin uhrevi boyutunu anlamak ve tüm ilişkilerimizde hayatı bize bahşedene göre tanzim etmek en büyük denge olacaktır. Dünyevi ilişkilerimizdeki kalite o derece artacaktır. Bu konuda Rus toplumunda büyüyen Tolstoy’un da bu sorgulamayı uzun zaman düşünerek “İvan İlyiç’in ölümü” kitabını yazdığını düşünüyorum.