İnsan ham madde olarak eşrefi mahlûkattır. Aslında bu özgür bilincin en berrak tanımıdır. Çünkü özgür olan, fark edicidir, ayırt edicidir… Peki, bizler ne kadar özgürüz? Nefsi emmarenin esaretinden kurtulabiliyor muyuz? Zihnimizde, düşünce dünyamızda, tefekkürümüzde öze dair bir sorgulama yapıyor muyuz? Uzaklarda değil, anlam dünyamızda akıl, vicdan ve gönül safiyeti üzerinde derin ve çok boyutlu bir muhasebeyi en son ne zaman yapabildik? Belki de kalbimizin dilini çözerek, onun derinliklerine inerek ve kalbimizin üstüne örülen zift duvarlarını sorgulayabiliyor muyuz? Eşref olmanın sorumluluğunu biliyor muyuz?

Zira insan olarak eşref olmak; emaneti korumak, hilafeti/adaleti ayakta tutmaktır. Nitekim 124 bin peygamber hem bu vazifeyi bizzat yapmış hem de bu vazifeyi öğretmek üzere gelmişlerdir. İnsanlığı mutlak güzelliğe kavuşturmak için canhıraş bir şekilde çalışmışlardır. Merhamet ve aşkla hayat sundular toprağa, insanlığa. Bilincin kapılarını açarak ruhlarımızın mahzenlerine girdiler. Özde var olan cevheri inkişaf ederek özgür irade ile yürekleri tevhit çizgisinde buluşturdular. Öze dönüş yolunda kutlu yolculuğun örnekleri oldular. Ölçülere ve sınırlara sığmayacak kadar derin ve engin bir deniz gibi akıp gittiler. Kalplerin bütün güzelliklerini tabiatın meşherine arz ettiler.

Nefisten ve kötü özelliklerinin haricindeki insan, bütünüyle güzelliktir. Asli ve fıtri cevherdir. Işıktır, topraktır. İyi biliyoruz ki havayı, suyu, toprağı ve ormanı savaş alanına dönüştüren nefistir. Zira nefs; fıtratı örten, kalbi işlevsiz bırakan, insanı günden güne ruhsuzlaştırarak azgınlaştırandır. Böylece eşrefi mahlûk olmaktan esfeli mahlûk olmaya doğru götürür. Ruhun özgürlüğü kirlenerek kimliğini ve kişiliğini kaybeder. Böylece artık hikmet ve istikamet kaybolmuştur. Temiz ve asli tabiat bozulmuştur. Eşref esfele, hür ise köleye dönüşüverir. Bu öyle bir bozulmadır ki önüne geçmek çok zordur. Tedavisi ise imkânsız bir dereceye varmıştır.

Günümüz insanı ve günümüz toplumu tam da böyle cehennemi bir uçurumun kenarında bulunmaktadır. Oradan çekip almak elbette kolay değildir ama imkânsız asla değildir. Bu durumda tevhidi omuzlamış, adaleti ve takvayı azık edinmiş ashap aşığı bir topluluk oluşturmak boynumuza borçtur. Yeryüzündeki ordulara hüküm edecek bir topluluk… Umudu da fidan gibi toprağa ekecek, gafletten uzak aşkla yürüyecek bir topluluk…

Unutmamalıyız ki eşref olmak; âlemlerin sahibi Allah’a güven ve teslimiyettir. Hayatımızı Allah’a beğendirme gayreti içinde olma sözleşmesidir. Bu sözleşmeye sadık kaldığımız ölçüde ancak kimlik ve kişiliğimizi muhafaza edebiliriz. Aksi halde ne kimlik ne de kişilik kalmaz ve eşref olan varlık kaybolur. Geriye belki insan değil, ceset kalır. Cesedin de istekleri, tutkuları ve ihtirasları… Zaten toplumdaki bu çölleşmenin asıl nedeni yüreklerdeki çölleşmedir ve bunu giderecek yegâne çare; Kur’an-ı Kerime bağlılık, Resul-i Ekrem’e itaattir…