Suriye gündemiyle ilgili Erdoğan, Putin ve Ruhani, iki gün önce Soçi’de bir araya geldiler. Hatırlanacağı üzere bir önceki zirve 7 Eylül’de Tahran’da İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ev sahipliğinde gerçekleşmişti. Aradan geçen 5 aylık süre zarfında Suriye’de meydana gelen iki önemli gelişme bu zirveyi birçok bakımdan kritik bir görüntü kazandırıyor.
Bunlardan birincisi, ABD Başkanı Donald Trump’ın askerlerini Suriye’den çekme kararıdır ve bu durumda Fırat’ın doğusunda nasıl bir güç dengesinin belireceği noktasıdır. Bu soru; Fırat’ın doğusuna nasıl bir düzenin kurulacağıyla ilgilidir. Zira bu durum sadece Suriye’yi değil hemen hemen bütün Ortadoğu’nun geleceği bakımından önem kazanmıştır… İkincisi ise El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) ocak ayı başından itibaren İdlib’in neredeyse tümünü ele geçirmesidir. Bu konuda Rusya ve Suriye rejiminin bundan çok rahatsız olduğu ve müdahale etmek istemesidir.
Yaşanılan bu iki sıcak gelişme geçekleştirilen Soçide’ki gündem maddelerinin ana temeli olmuştur. Üçüncü mesele ise “güvenli bölge” sorunudur. Aslında üçlü tarafın bir mutabakata varmasını zorlu kılan İdlib’in yeni demografik durumudur. Diğer iki mesele tüm taraflarca kabul edilmiş gözüküyor. Üç liderinde İdlip haricinde Suriye’nin “toprak bütünlüğünü” vurgulaması ve birbirine karşı hassasiyet göstermeleri bu zemini gösteriyor.
Bu görüşmeden önce Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “en gerçekçi ve düzgün çözümün” ABD’nin çekileceği topraklara Suriye hükümeti ve ordusunun girmesi olacağını söylemişti. Rusya lideri Vladimir Putin ise Ocak ayında Moskova’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Türkiye’nin güvenlik kaygılarını Suriye hükümeti ile “Adana Mutabakatı” üzerinden çözüme kavuşturmasını önermişti. Bu iki açıklamada özellikle ‘mutabakat’tan söz etmelerinden anlaşılan Soçi öncesinde de bugünkü zemin hazırlanmıştı. Ancak burada güvenli bölgeyle ilgili İran’ın tutumu ne olacak? oda ayrı bir durum. Zira ilk günden beri İran “güvenli bölge” konusunda sessiz kalmayı tercih etmiştir.
İki gün önce gerçekleşen zirvenin en önemli ve sorun doğurabilecek konusu İdlib’dir. Kabul edelim ki, geçen eylül ayında İdlib konusunda varılan Türk-Rus mutabakatı ocak ayından itibaren HTŞ’nin sahada elde ettiği askeri kazanımlarla farklı bir boyut kazanmıştır. Sahadan gelen bütün haberler örgütün Türkiye’ye yakın muhalif grupların çoğunu İdlib’den çıkardığı gibi, burada yaşayan Esad muhalifi bazı etkili kanaat önderlerini de zorla Afrin’e sürdüğüdür. Hatta bölgede faaliyet yürüten yardım kuruluşlarında da belirgin bir tedirginliğin yaşandığını gösteriyor.
Bütün bu gelişmeler; Türkiye’nin muhtemel üç milyon göç endişesine rağmen İdlib’de yakında sahada bir hareketliliğin yaşanacağının habercisi gibi duruyor. Ancak hareketin aktörlerden birinin tek taraflı üstleneceği bir operasyon şeklinde mi yoksa ikili veya üçlü işbirliği içinde mi icra edileceği hususunda Soçi’de bir mutabakata varıldı mı? net değildir.
Abdullah KAVAN