Müsaade edin de söylediklerimi art niyetle her hangi bir tarafa çekmeden değerlendirin. Ben şunun bunun zaferi veya yenilgisiyle ilgilenmeden halkın başına örülen şu belayı lanetlemek istiyorum.

‘Çözüm` denince yanlış giden yöntemi ifade edenler, bugünü gördükleri için seslerini duyurmaya ve hükümeti uyarmaya çalışıyordu. Ancak maalesef iktidardakiler, örgütün yıllar yılı elde edemediklerini adeta altın tepside sunarak tam bir ejderhaya dönüştürme marifetini gösterdiler.

Nasıl ki dün yapılan bu uyarıları birileri ‘şundan veya bundan yana` diye değerlendiriyor idiyse, bugün de yapılan mücadele konusunda içine girilen yanlışı ifade ederken, birileri hak sözü söyleyenleri yine ‘yandaşlık`la tavsif etme bühtanında bulunabilirler.

Oysaki doğru sözün sahipleri için kimin ne dediği önemli değil, onlar için önemli olan; çatışmayı şehre taşıma stratejisine karşılık sürdürülen yöntemin, halka nefes aldırmadığı, bilakis örgüt alanını ve manevra kabiliyetini arttırdığı cihettir.

Okullar, camiler, evler yakılıyor; açılan çukurlar ve sokaklarda örülen parke taşları bir belediyenin desteğiyle ancak olabilecek durumlarken, hala Sur`un bilmem hangi sokağında canı örgüt için beş para etmez bir kullandırılanın peşinde sadece zaman harcanıyor. Burada savunmaya çalıştığım çözüm kesinlikle ölüm, öldürme, yıkma değildir. Karşıt strateji ölme ve öldürme üzerine kesinlikle olmasın, olmamalıdır. ‘Çatışmalar ve saldırılar artık buralardan uzak olsun.`  Halkın bu beladan kurtulması için ölme ve öldürme yöntemi dışında kimin nasıl bir yöntemi varsa ve adım atacak kim varsa, artık üzerine düşeni yapmalıdır. Kaos şiddet ve yıkımdan yana olanlara artık fırsat yolları verilmemelidir.

Bir örnek vermek gerekiyorsa: Çözüm sürecinin son dönemlerinde hatırlıyor olmanız lazım. Şehirlere cenazeler gelmediğinden örgüt farklı bir yöntem uygulayarak ta doksanlı yıllarda ölenlerin isimlerini anarak belki de ortada herhangi bir cenaze olmadığı halde şehirlerde taziye çadırları kurup intikam yeminleriyle acı üzerinden ve intikam söylemleriyle halkın gündeminde kalmaya ve silahı konuşmaya/konuşturmaya çalışıyordu.

Şimdi bugüne gelindiğinde hükümetin politikaları her yönüyle yine garip. İçerisinde örgütün vurduklarının bile örgüt tarafından şova dönüştürüldüğü defin yürüyüşlerine zemin hazırlıyor ve definleri sokağa çıkma yasaklarının ardına bırakarak örgütün halkı toplamasına ve kalabalık mitingler yapmasına adeta zemin hazırlıyor. Nusaybin`de yapılanlar buna açık örnektir. Örgüt tarafından öldürüldüğü ifade edilenler bile örgüt şovuyla defnedildi.

Oysaki geçmişten bildiğimiz; katledilen dindar insanlar güya güvenlik endişesi ve propaganda aracı edilmesin bahanesiyle gece yarıları bir iki akrabanın nezaretinde hem de dini vecibelerinin yerine getirilmesine müsaade edilmeden defnediliyordu.

Ona güç yetirebilen sistem bugün yetiremiyor mu? Sanmıyorum… Bugün de bir siyaset güdülüyor olabilir, ancak halka zarar üzerinden yürüyen bir siyaseti tasvip edip sonucuna odaklanmak pek doğru olmasa gerek. Hedefe varmak için her yol ve yöntem mubah değildir, doğru değildir.

Dün dindar insanlara uygulanan despotça yöntemi doğru bulma salahiyeti olmadığı gibi, bugün de örgüte, halka tasallut için tanınan zeminleri tasvip etmenin imkânı yoktur, olamaz.

Dileğimiz o ki, kimse ölmesin, analar ağlamasın, bir an önce huzur ve barış ortamı oluşsun, insanlar insanca yaşayabilme “lüks”üne nail olabilsin, ancak söylemekle bunun mümkün olmadığını anlamış durumdayız.

Bundan dolayı da ilk sözümüz çatışmaları şehirlere taşıyan örgütedir: Bir an önce halkın huzurunu kaçıracak adımlardan vazgeçin! Şehirleri harap ettiniz veya harap olmasına sebebiyet verdiniz! Uğrunda mücadeleyi iddia ettiğiniz Kürt halkının selameti için bu yanlış tutumunuza artık son verin!

Ortada ısrarla kendi çıkarlarını bütün halkın huzuru üstünde gören bir örgüt ve sergilediği tutum varsa eğer, o zaman ona mukabil geliştirilecek mantıklı tepkinin nasıl olması gerektiğiyle alakalı hiç kimse kusura bakmasın fikir beyan etme mecburiyeti de vardır.

Çünkü bu şeraitte camiler yanıyor, okullar yanıyor, belediye araçları kontak kapatıp bütün şehir halkını cezalandırmak suretiyle örgüte mevzi kazandırmaya çalışıyor. Aylardır insanlar siftah yapamadı. Bu asırda insanlara adeta kerbelalar yaşatılarak bir yudum suya ve bir kuru ekmeğe hasret bırakılıyor.

Kilise vb. tarihi mekânların içerisinden sadece camiler mevzi olarak kullanılıyor. Camilerin etrafında çatışmalar çıkararak camilerin zarar görmesine özellikle zemin ve ortam hazırlanıyor. Camileri yakanlar, yine bu örgütün siyasi uzantıları tarafından -bizzat yakılan mukaddes mekânlardan- övücü sözlerle taltif ediliyor.

Bütün bunlarda ısrar eden bir taraf varsa eğer, o zaman buna “dur!” diyecek yöntemlerin artık bulunması ve ona göre adımın atılması lazım. Halkın artık dayanma gücü kalmadı. Geçen yazımızda da ifade ettiğimiz gibi ‘halk da nasiplensin` diye atılan her adımın mutlaka bir cevabı olacak ve halk bunu affetmeyecektir.

Sonuç olarak; “mücadeleniz” de “çözümünüz” gibiyse o zaman vay şu memleketin haline…

Selam ve dua ile…