Bu hafta Cizre, Silopi ve diğer yerlerdeki saldırıları yazmayı düşünüyordum. Yazımı yazacağım son perşembe günü bile Silopi`de saldırıların olduğuyla ilgili yine haberler vardı. İnsanların, özellikle dindar kesimin ev ve iş yerlerine Molotoflarla saldırılar devam ediyordu. Edindiğim bilgilere göre Nur Derneği`ne yapılan saldırılar öncesinde Cizre`de otuza yakın eve Molotof atılmış ancak mağdurların endişesi üzerine bunlar basına yansımamıştı. Kaos peşinde koşanlara Allah fırsat vermesin, diyorum.
Tam bunları yazmayı düşünürken İstanbul`un göbeğinde Esenler`in karşı tepesinde ve herkesin bildiği Büyük İstanbul Otogarı`nın bitişiğinde insanların sokakta, çölde, tepede yattıklarını müşahede ettim. İstanbul gibi bir yerde israf ve fuzuli harcamanın ayyuka çıktığı mega kentte insanlar, altında yatacak bir çadır bile bulamamıştı ve öylesine bu soğuk havada sere serpe yerlerde “yatıyorlar”dı. İnanın bir an olsun kendime baktım ve hemcinslerim olan bu insanların halini düşünerekten kendimden utandım.
İstanbul`da sabah saatlerinde hava soğuk, insanlar dışarı çıkarken üzerlerine kışlıklarını alarak çıkmak durumunda ve bu havada insanlar günlerdir dışarıda gece-gündüz hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı. Peki ya bunlar yemek, yiyecek ve zaruri ihtiyaçlarını nasıl karşılıyor/gideriyorlar siz düşünün. Allah yardımcıları olsun!
Bunlar tahmin edeceğiniz gibi Suriye`den buraya göçen insanlarımızdı. Bunların içinde kadınlar, çocuklar ve yaşlılar vardı. Çocukların o mazlumiyeti gerçekten yürek dağlıyordu. Hemen yanı başlarındaki camiye baktım ve “en azından idareten de olsa bu camiyi verselerdi” dediğimde yanımdaki arkadaş “önceden sadece akşamları camiyi kullanıyorlardı ama duyduğuma göre oradan kovulmuşlar” diye cevap verdi. Allah`ın evinden Allah`ın kullarını kim kovabilir diye söylendim ama öte tarafta belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının imkânlarını da düşündüm.
Esenlerdeki bu grup 20-30 kişiden oluşmakta ve rahatlıkla belediyenin imkân sağlayabileceği bir sayıda. Yoksa bu insanların oyları yok diye belediye yardım etmekten imtina ediyor olmasın? Yardım ve hizmette, sadece bu amaç güdülüyorsa yazıklar olsun o zaman. Hani ‘amacımız insana hizmettir, bize oy verene de vermeyene de hizmet bizim işimiz` diyordunuz ya... O zaman bunlara sahip çıkmak için illaki oylarının olması gerekmiyor. Bunlar insan, bunlar kadın, bunlar çocuk… Bunlar yardıma muhtaç…
Ya sivil toplum kuruluşları ve Suriye`ye duyarlı insanlar… Gerçekten üzerimize düşeni yapıyor muyuz? Bugün İstanbul`un birçok yerinde bu manzara var ve özellikle kadınların düştükleri sıkıntılar, handikaplar… Suriyeli mülteci kardeşlerimizin düştüğü duruma biz de düşebilirdik. Bizim de Meryem`imiz, Fatıma`mız, Esma`mız aynı hal üzere belki de farkına varmadan ısınmak için bir o tarafa bir bu tarafa koşabilirdi. Muhabirlerimizin haberine göre otogar tepesinde çile çekenlerin arasında anneleri Halep`te vefat etmiş iki öksüz çocuk da varmış ve öylece ağlayıp duruyorlarmış.
İstanbul`da bir sürü spor kompleksi, barınma evleri, sosyal tesisler var. Dahası bunlara bir çadır imkânı sağlamak da mümkün değil mi? Bir çadır… Bir ısınma… Bir gıda yardımı… Çok mu zor? Bu mustazaflara yardım elini uzatabilecek herkese ama herkese duyurulur: “Akrabalara, çevresi çaresi olmayan yoksullara, yolda kalan muhtaç yolcuya, Allah`ın tanıdığı, belirlediği sorumluğu yerine getir, onların hakkını ver. Malını gayr-i meşru yerlerde harcayarak saçıp savurma” (İsra: 26) Yardımcı olacaklardan şimdiden Allah razı olsun, diyorum.
Selam ve dua ile...