Ya Rabbi, bizi bütün nefsi ve şeytani hastalıklardan koru! Rabbimizin bizi koruduğu nispette hayatın anlamı olur gerçekten. Yoksa hayattan bir tad alınmadığı gibi başkalarının da eziyet ve girdap içerisinde olmasını sağlamak gibi bir günahı, bir cürümü işlemiş oluruz. Bu hastalıklara müptela olanlar kim olursa olsun, hem kendilerine hem de hastalıkları oranınca zarar verdiklerine bu dünyada elem yaşatırlar. Tabi ki onların çektikleri ve çekecekleri azap daha çetin olacaktır. Bu hastalıklarının karşılığı hem bu dünya hem de ahiretle alakalı olacağından gerçek hüsrana uğrayanlar da, bu hastalıklarından arınmayanlar olacaktır.
Toplumları ifsat eden, dünya ve ahireti heba eden bu hastalıkları kibir, riya, haset (çekememezlik), zulüm, saldırı ve iftira şeklinde sıralayabiliriz. Bunların her biri ayrı ayrı irtikâplar değildir. Her biri diğerini vücuda getirir ve yapılan cürümü katmerleştirir. Kibirlenen, zulmeder; çekemeyen, iftira atar; haset eden, saldırır, gıybet eder vs. Bu günahları, fertler birbirlerine karşı işleyebilecekleri gibi aileler, kabileler, toplumlar, cemaatler ve devletler de bir birlerine karşı işleyebilirler. Bütün tabakalardan en anlaşılmayanı, Müslüman veya mümin görünenlerin birbirlerine karşı böylesine müzmin, kötü ve çirkin faaliyetler içerisine girmeleridir.
Mümine karşı çekememezlik, Müslüman`a karşı zulüm, masuma yönelik iftira, nimeti hak edene haset, vakarlı durana saldırı… Allah`u Teâlâ`nın bunları karşılıksız bırakacağını sananlar, Allah`ın “Artık kim zerre kadar iyilik yaparsa onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre kadar kötülük yaparsa onun karşılığını görecektir.”[Zilzal suresi, 7-8] buyruğuyla kesin kes yanılıyorlar. Bugün Müslümanların kendi beyanlarını dinlemeyip gaybten ve gelecekten haber alma rablığına soyunarak,“olmamışlar” üzerine eziyet ve cefa edenlerin, hiçbir dinleyicilerinin olamayacağını Rabbimiz beyan ediyor: “Zalimlerin hiçbir dostu ve sözü dinlenecek şefaatçisi yoktur.” (Mü`min: 40) Bugün dünyada ve Türkiye`de Müslümanların ısrarla “kavgayla, haksız yere şiddetle hiçbir alakamız olamaz” beyanlarına karşın, ısrarla, bu çizgiye çekilmeleri için sarf edilen çaba gözlerden kaçmıyor. Tabi bütün bunlara insan üzülüyor.
Son zamanlarda kitap, gazete ve dergi alıp okudukları için fecr taarruzlarına maruz kalmanın vicdanî ve insanî bir izahı olabilir mi? Hala bu asırda insanlar kitap okuyup gazete ve dergi aldıkları için baskın alıyorsa, gadre uğruyorsa (ve bunun yasalarla da izah edilecek bir yanı yoksa) o zaman söz konusu durumu “çekememezlik”ten başka neyle izah edebiliriz? Sahi yuva yıkan, fuhşiyatı yayan bunca dergi ve matbuata rağmen Doğruhaber ve İnzar okuyucularının uçaklarla ilden ile sevkleri neyle izah edilebilir? Buna aklım, fikrim ermiyor. Bunun izahı olamaz. Derdest edilen herkesten “niye bunu okuyorsun… Niye şunu alıyorsun?” diye sual soruluyor. Ya kardeşim! Kim neyi okuyorsa size ne?! Sözü edilen bu yayınlarla ilgili bir yasaklama kararı yok, bir toplatma tedbiri yok! O zaman bu niye yapılıyor?! İnsanları mağdur ediyorsunuz? Bunları Allah görüyor. Vallahi de billahi de Allah bunun hesabını soracaktır. İnsanlar bir meteliğe kurşun sıkarken her seferinde iller arası transferler için uçak masrafları, mahkeme giderleri, avukat koşuşturmaları ve özetle, operasyon masraflarıyla milli servetin canına okumanın ne anlamı var?!
Kendileriyle ilgili yasal bir yaptırım kararı olmayan kitap, gazete ve dergiler için bir takım insanların mağdur edilmeleri suç olmalı. Bu suça ortak olmak istemeyen herkesin bir an önce bu meseleye ciddiyetle eğilmesi gerekmektedir. Değişik periyotlarla evlerden görevliler üzerinden emniyetlere taşınan ve akabinde de başkalarına eziyet olacak şekilde “hadi bakalım, gelin kitap ve gazetelerinizi geri götürün” işkencesiyle taşıttırılan bu “götür, geri al” trajedinin komik olanına bir an önce son verilmeli diye düşünüyorum. Buna son verecek olanlar da duyarlı savcı, hâkim ve adil yargı mensupları olacaktır. Siyasilerin nasıl olsa duyacak durumları kalmadı.
Sayın Başbakan, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı! İzmit`te bir dernek görevlisinin, çocuklarını İslami tesettüre uygun okula gönderip bu konuda yol göstermeleri için kendilerinden yardım isteyen aileye telefonla, “çocuklarınızı almıyorlarsa polisi arayın” diye yol göstermesi, suç telakki edilip dernek görevlisinin cürümleri(!) arasında sayılıyor. Bunu sorgulayan da maalesef polisin kendisi oluyor. Vay efendim falan gazeteci seni aramış da hutbe istemiş de, hutbe yazmışsın da, falan filan… Allah aşkına bunlar için insanlar sabahın erken saatinde rahatsız edilecek ve Allah bunun hesabını o ülkenin Başbakanından, İçişleri Bakanından, savcısından, hâkiminden sormayacak. Mümkün mü?
Normal yasalar ve konunlar muvacehesinden bakıldığında bir suç unsuru olmadığı halde bütün bunlar oluyorsa, o zaman ortada bir haset, bir iftira, bir zulüm var demektir. Bu da önce bunları besleyeni bitirir, haberiniz olsun.
Hepimiz beşeriz. Erdemli olan, yanlışlarının farkına varıp vazgeçendir. Haset (çekememezlik), haset edileni değil, önce haset edeni bitirir.
Allah`u Teala bizi, hakkı hak bilip tabi olanlardan, batılı da batıl bilip fersah fersah uzak duranlardan eylesin! Amin!!!
Selam ve dua ile…