Kur`an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program, katılımcıların konuşmalarıyla devam etti. Tarsus Mustazaf Der Şube Başkanı Salih Hocamızın konuşması biraz uzun ama güzeldi. Mustazafların yakın tarihte duçar olduğu mezalimlere bir bir değinerek “Hangisinden başlayayım?” dedi fakat zulmün haddi hesabı yoktu.
O kadar çoktu ki birisinden başlama zamanı ve imkânı yoktu, olmadı. Belli başlı katliamların sadece satır başlarını verebildi. Gerçekten çok büyük zulümlerin yaşandığına bir kere daha vakıf olduk. Yaşanan mağduriyetleri hep yurt dışında ararken ve bize öyle geliyorken, programdaki sinevizyon Türkiye`de işlenen cürümlerin bir hayli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Salih Hocamızın, özellikle son dönemlerde hem kendi derneklerine hem de gazetemiz Doğruhaber ve İnzar dergisine yönelik baskıcı tutumlara vurgusu izleyicilerin özellikle dikkatlerini celb etti. Demek ki etki tepki meselesiydi. Konuk ve katılımcıların son operasyonlarla ilgili öfke ve tepkilerini okumak zor olmuyordu. Gerçekten sindirme ve susturmaya yönelik çaba ve çalışmalar aksi yönde etki yapmıştı. En azından görünen fotoğraf buydu.
Başka dikkat çekici taraf da katılımcıların yoğunluğuydu. Salon hınca hınç doluydu. Sandalye ve oturaklarda yer olmayınca oturakların sıklaştırılması anonsu yapıldı, o da yetmedi, bu sefer bütün aralarda birçok insan programı sonuna kadar ayakta izledi. Bu salonlar artık bize yetmiyor, sesleri hafif hafif yükseldi.
Dernek yöneticilerinin artık bunu değerlendirecekleri kanaatindeyim. Geçen günkü panelde de aynı izdiham yaşanmıştı. Hem panelin hem de bu programın, yapılan hukuksuzluklar sonrası bu denli çok yoğun olması aslında değerlendirilmeyi gerektirecek bir konudur.
Bunları değerlendirecek olanların akl-ı selimi ön plana çıkarıp bundan sonrası için plan ve program yapmaları kendileri için de daha faydalı olur düşüncesindeyim. Yapılanların bir şekilde karşılık bulduğunun hesabı yapılmalıdır diyorum. “Diyalog”tan uzak yapılan müdahalelerin bir anlam ifade etmediği aşikârdır. Salih Hocamızın da belirttiği gibi telefonu olana “Telefonla sen niye konuştun veya niye şunu bunu konuştun?” telefonu olmayana da “Senin telefonun niye yok?” sorgu ve suallerinin anlamı olmadığı gibi faydası da yoktur. Hatta ters etki ve tepkisi vardır.
Tiyatro oyununu sergileyen oyuncuların hakkını da yememek lazımdır. Ancak telefonların artık sadece melekler tarafından dinlenmediğini de bilmek lazım... O vurgunun yapılmayışı bence eksikti, ama yine de milleti kırdı geçirdi gerçekten. Tabi bir o kadar da insanı düşündürmeye sevk eder nitelikteydi.
Bilinçlendirmeye yönelik programların gerçekleştirilmesi, kültürel anlamda faaliyetlerin yapılması biz mustazaflar için vazgeçilmez olmalıdır. Bunlara iştirak etmek hepimizin üzerinde bir görev olmalıdır. İslamî ve insani tüm faaliyet ve organizasyonlara iştirak, ehem görevlerimiz arasında olmalı diye düşünüyorum. Örneğin önümüzdeki haftalarda gerçekleştirilecek Kutlu Doğum Programlarını izlemeli ve Peygamber aşkı için birleşen yüreklere biz de bir yürek olmalıyız. Varsın başkaları sizi-bizi “Doğu Güney Doğulu dar gelirli yoksul” olarak yaftalasın.
Kendileri gibi Karun olmadığınıza şehadet ettiklerine sizin şükretmeniz gerekmez mi ey mustazaflar! Varsın başkaları “basında destekçileri olmadığı için bir operasyonla silindiler” naralarını atadursun. Ve kendilerinin de bu mezalimde parmaklarının olduğunu ima edip sevinedursun. Kendi aleyhlerine verdikleri bu ifadeler Yüce Allah katında “hayvan” bağı gibi onları çepeçevre saracaktır biiznillah. Mütedeyyin gazeteci ve sivil toplum kuruluşları gönüllü ve üyelerinin hanelerine yapılan bu baskınlar nasıl da böyle onaylanmış ve kabul görmüş olarak anlatılır, gerçekten hayret ediyorum.
Demek ki has mustazaflarız biz. Düşünsenize gazetecilerin örgüt üyesi vs. suçlamalarından ırak tutulmasını dillendiren zevatlar, mustazaf gazeteciler için kılını bile kıpırdatmadılar. Hatta aleyhte yayın yapmaktan utanmadılar. Çifte standartların bittiği, mustazafların önder kılındığı bir dünya dileğiyle…