Mübarek bir aydayız ve maalesef etrafımız sıkıntılarla dolu. Bunları aşmayı gaye edinirken hep başkasından bir şeyler beklemek de doğru değildir.

Güzelim oruç ayında ruhi arınmanın yanında bizi çepeçevre saran ekonomik endişenin giderilmesi ile ilgili de aslında milletçe yapacak çok işimiz var.

Namaz, teravih, mukabele, teheccüd ve oruç ibadeti yanında def-i belayı sağlayacak infak ve sadakaya yönelmek bu konuda iyi bir çözüm olacaktır. Bunu ifade ederken ifsadın ta kendisi olan ‘fırsatçılık akımı’na dikkat çekmeden geçemeyeceğim.

Enerji ve yakıttaki fiyat artışlarını bahane ederek özellikle temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışında sınır tanımayan ifsat şebekelerinin ‘fırsatçılık’ sortileri dikkatlerden kaçmıyor. Örneğin 14 lira toptan satılan 240 tonluk bir ürünü -depoda durması şartıyla- 15 liradan alarak ürün bozulana kadar da bir daha dönüş yapmayan mihraklar varmış. Bunlar doğruysa acilen tövbe kapısına iltica ederek arınmanın yollarını arşınlamak lazım. Aksi takdirde –Allah korusun- daha fazla belaya müptela olmak kesinlikle uzak değil.

Stokçuluk ve fahiş fiyat artışları ile adeta terör estiren toplum mühendisleri ve onlara alet olan maşalar, belanın müsebbipleridirler.

Dünyayı saran bir krizin olduğu ve özellikle Türkiye’de bunun daha fazla hissedildiği doğru; ancak belayı fırsat bilerek 5 liraya aldığı bir ürünü 50-60 liraya satmaya çalışmak insafsızlıktır, haksız kazançtır, bela ve musibet girdabına sürükleme suçunu işlemektir. Bunu yapan bir zihniyetin aklına zekât veya sadaka ile arınmak hiç gelir mi?!

Beladan kurtulmak için kesinlikle milletçe maddi-manevi arınmamız lazım. Zekât, Allah’ın farz kıldığı mali bir sorumluluktur. Bundan kaçınan dünyanın pahalılıkla, israfla, savurganlıkla ekonomik buhran ve yoksullukla karşılaşacağı muhakkaktır.

Zekâtın asıl taşıdığı anlamı da neredeyse unuttuk. Zekâta, yılda bir defa kişinin biriktirdiği mal ve paradan –Kur’an-ı Kerim’in saydığı sınıflar sadece fakirlerden ibaret olmadığı halde- fakirlere verilmesi gereken bir sadaka gözüyle bakar hale geldik.

Zekâtın verileceği kimseler Kur’an-ı Kerim’de fakirler, düşkünler, bu iş ile görevlendirilen kişiler, müellefe-i kulûb adı verilen kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimseler, esaretten kurtulacaklar, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmış kişiler şeklinde sıralanmıştır.

Aslında ümmetin, davanın ve insanlığın maslahatı için gerekli olan her konu için zekât ibadetinden istifade edilebilir, edilmelidir. Dünyadaki zengin Müslümanların veya malları nisap miktarına ulaşmış Müminlerin sayısını hayal edince, ümmetin niye bu kadar sıkıntı içinde olduğuna gerçekten anlam veremiyor insan!

Kargaşa, yoksulluk, yoksunluk endişesini ortadan kaldıracak arınmaya ihtiyaç vardır. Mübarek ayımızı oruç-namaz gibi ibadetlerle dolu dolu geçirmenin yanında doğruluktan, dürüstlükten, infaktan, haktan, hukuktan, empatiden güç alarak daha güzel günlere vasıl olmanın gayreti içerisinde olabiliriz.

Kesinlikle zekât ve infak ibadeti basit görülmemeli. Belki birçok insan zekâtın kendi malına düştüğünün farkında bile değil; bu, büyük bir musibet!

Arınmak için ayrıca şu fırsatçılık teröründen uzak durmakla birlikte elden geldikçe yollarını tıkamanın gayreti içerisinde olmak lazım.

Sözün sonu; beladan kurtulmak için her yönüyle arınmak lazım; o da bizim elimizde!