Her şey zihniyet ile alakalı… Her şey insanın iç dünyasının kirli veya temiz oluşuna bağlı… Hane, çevre, ülke, fark etmez, bunların kaderi, zihniyetin temiz veya kirli oluşuna bağlı. Zihniyet kirli olunca, ha dün ha bugün farkı yok, o kirli anlayışın neticesi olarak her tarafa necaset yayılır; temiz olunca da elbetteki onun etkileri ile dünya cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüşür.

Zihin dünyalarını şarabın, çıplaklığın, hayâsızlığın, çirkefliğin her türlüsünü kapladığı bir anlayıştan başka ne beklenir ki?! Zaferi de başarıyı da iyiliği de kendince anmaya çalışırken bu süfli davranışlardan başka bildiği bir yöntem yok çünkü!

Edremit’in düşmandan kurtuluşunu çarşafa hakaretle, İzmir’in Yunanlılardan kurtarılmasını da Avusturya’nın vals dansıyla kutlayan bir zihniyetin Müslüman olan bu ülkeye nasıl, ne gibi bir faydası olabilir ki? Bunların kötülükten, çirkeflikten başka bir yansımalarının olması mümkün değil.

Merhum Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi; ‘Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.’ Vals dansı aslında 16. yüzyılda Fransa’nın Provence bölgesinde ortaya çıkan kadın-erkeğin ahlaksızca oynamalarından ibaret bir tür oyun ve sözde eğlencedir. Hayatı oyun ve eğlenceden ibaret sananların vay haline!

Fransa’nın 1.Dünya harbinde İtilaf Devletleri arasında bu memlekete karşı savaşan düşman ülke olduğunu da söyledik mi artık mesele anlaşılır sanırım! Hal böyle olunca kurtulduk mu, battık mı? Onu siz değerli okuyucuların yorumuna bırakıyorum.

Avusturyalıların-Fransızların Vals’ıyla, İtalyanların Bale’siyle, Arjantinlilerin Tango’suyla Müslüman Anadolu kadınının, Türkiyeli insanların yaşam biçimine, giyim kuşamına hakaret etmek satılmışlığın, süfli anlayışın ve çukurun diplerinde debelenmenin en bariz örneğidir!

Her fırsatta Yunanlıların denize döküldüğü, kurtuluş savaşlarıyla düşman ülkelerin gerisin geriye püskürtüldükleri ifade edilse de, onların içerdeki zihniyetlerinin durmadan düşmanca bu halkın yaşam biçimiyle, iradesiyle, akidesiyle ve inancıyla hala savaş halinde olduğunu hiçbir zaman unutmamak lazım. Israrla adeta ‘biz gitmedik, buradayız!’ diyorlar.

Nene Hatunlar daha 20’li yaşlarda kundaktaki bebeklerini de geride bırakarak inanç ve değerleri uğruna topraklarını,  Aziziye’leri savunmak için taşla sopayla düşmanı kovmuşlardı. Siz kim, onların yaptığı mücadeleyi kutlamak kim?!!

Böylesi durumlarda -15 Temmuz’da olduğu gibi- insanlar tankların önlerinde parçalanırken siz ancak ATM önlerinde bekleşir durursunuz. Siz ancak işgale yeltenenlere alkış tutarak ‘Gel, gel!’ yaparsınız. Zihniyet bu! Sizin kutladığınız o günün kurtuluşu değil, o günkü düşmanların bugünkü temsilcilerine pratik yaparak emre amade hazır piyonlar olduğunuzu ibraz etme işlemidir. Zihniyet kirli ise çağ atlasa ne fayda!

Ama şu bilinmeli ki; bugün çarşafa saldırarak dansını icra ettiğiniz Fransızların geçmişte aynı pisliği icraları karşısında Sütçü İmamlar geçit vermemişlerdi! Bugün de onların torunları evvel Allah buna müsaade etmeyeceklerdir!

Nasıl ki o zaman; bir grup Fransız-Ermeni devriyesinin bir hanımefendiye saldırarak peçesini yırtması ve ardından ‘Artık burası sizin değildir, Fransız memleketinde peçe ile gezilmez’ diye tehdit etmeleri üzerine Çakmakçı Sait ve Sütçü İmamların direnişiyle kahramanlık destanları yazılmışsa, bugün de bu millette farklı destanlar şahlandıracak o şuur, o ruh ve o inanç vardır, bilesiniz!

O gün nasıl ki; ‘Maraş bize mezar olmadan düşmana gülzar olmaz” parolasıyla memleket işgalcilerden kurtarıldıysa, bugün de Müslüman halk bu saldırganlıklara geçit vermeyecek, dinini, yaşam şeklini, mukaddesatını korumak için üzerine düşeni yapacaktır!

Ulu orta milletin inancına hakaret ederek oynamak, İslami cilbaba, tesettüre saldırmak özgürlük değil, densizliktir, alçaklıktır, bu böyle biline!

Selam ve dua ile.