İdlib konusu önceki gün gerçekleştirilen saldırı sonrası farklı bir sürece girdi. Suriye rejimi ve Rusya’nın iş birliğiyle gerçekleştirilen hava saldırısıyla onlarca asker katledildi veya yaralandı. Allah rahmet eylesin, aile ve yakınlarına sabır versin, yaralılara acil şifa ihsan eylesin. Bu meşum saldırılar sonrası Türkiye’den misilleme gecikmedi.

Rejime yönelik saldırıların olduğu saatlerde israilin de Suriye’de kimi hedefleri vurduğu haberleri geldi. Öyle ya fırsat bu fırsat rejimin saldırıları sonrası israilin Suriye’deki “kendi düşmanları”na yönelik saldırıları böylece görmezden gelinmiş oldu/olacak.

İslam alemini kuşatan zalimler, bir taşla bir kaç kuşu birlikte vurmuş oluyorlar. Ama feraset ve basiret körelince bütün bunlar görülmüyor, maalesef. Ve çok yönlü yapılan saldırılar böylece mukavemetle karşılaşmamış oluyor.

Uluslararası sistem ikiyüzlü, samimiyetten uzak ve çifte standart yönünü bir kez daha gösterdi. Savaş açıklaması dışında bütün savaş unsurlarının yaşandığı bir anda, cılız bir kaç tepkinin dışında Batı sessizliğe büründü.

Kendi üyesi ülkenin onlarca asker cenazesi ortadayken NATO Rusya’ya karşı kayda değer bir girişim içerisinde olmadı. ABD her zaman olduğu gibi bir yandan Türkiye’nin Rusya ile ortaklığına işaret ederek, ‘Rusya ile ortaklığınızın sonuçlarını görün’ derken, bir yandan da sözüm ona Türkiye’ye nasıl bir destek(!) sunabileceklerinin değerlendirmesini yapıyorlarmış.

Şu net bilinmeli ki, zalimler Suriye’de büyük bir savaş ve acının hesabını yapmaktalar. Türkiye’yi ve diğer bölge ülkelerini içine alacak büyük bir yangının çıkarılması için var güçleriyle çalışmaktalar, uğraş vermekteler. Ama burada asıl korkulan husus, alevlendirilen ateşten, sorumluların nasiplenmemiş olmaları olacaktır.

Baştan beri İdlib’te sivilleri korumak, kendi içine taşınacak bir terörün önüne geçebilmek ve göçmen/mülteci/muhacirlerin kendisine getirdiği/getireceği yükü hafifletebilmek gerekçeleriyle bölgede olduğunu deklare eden Türkiye’nin bu saatten sonra “Çekiliyorum” demesi de artık kolay görünmemektedir.

Burada yine ve tekraren imkansız gibi görünen veya öyle gösterilmeye çalışılan, ancak o olmadan da olmayacağı gibi duran bölge ülkelerinin dayanışmasına vurgu yapmaktan başka bir çözüm görünmemektedir. İran’ın buradaki tutumu veya sessizliği israilin kendilerine veya Hizbullah’a saldırılarıyla değişecektir belki, ama o zaman da iş işten geçmiş olacaktır.

Bölgede yaşanan katliamların, muhaceratın ve yıkımların vebali, kendi aralarında dayanışmadan veya en azından stratejik ortaklıktan geri duran, imtina eden bölge ülkesinin veya ülkelerinin boynunda olacaktır. Bu konuda daha başka da bir şey demeye gerek yok, diyorum.

Irkçı Hinduların barbarlığı

Ümmetin imtihanı ağır ve zor bir imtihandır. Tüm İslam toprakları maalesef maddi manevi saldırı altında. İman gerçekten eldeki kor ateş gibi; gerçekten ateşten gömlek gibi.

Zulmün ayyuka çıktığı yerlere her gün bir yenisi ekleniyor. Doğu Türkistan’daki vahşetin, cürmün, cinayetin bir benzeri şimde de Hindistan’da sergileniyor.

Hindistan’da, Irkçı Narendra Modi hükümetinin, Pakistan, Afganistan ve Bangladeş'ten gelen 6 dini gruba vatandaşlık yolunu açan ancak aynı durumdaki Müslüman göçmenleri kapsam dışı bırakacak şekilde değiştirilen "Vatandaşlık Yasası"na karşı protestolarda onlarca kişi katledildi. Müslümanların dışında başka muhalefet gruplarının da karşı çıktığı yasa ile ilgili ırkçı ve faşist Hindular günlerdir cami ve Müslümanların evlerine saldırarak kin kusuyor.

Irkçı Hinduların ‘Rabbim Allah’tır’ dedikleri için ümmet fertlerine uyguladıkları işkence yöntemleri, asr-ı saadetten önceki müşrik ve mülhidlerin yöntemlerini hatırlatıyor.

Yasir ailesinin, Habbab’ın, Bilal’in gördüğü işkencelerin benzerleri bugün Hindistan’daki iman ehline reva görülüyor.

Bu nasıl bir barbarlık ki, on kişi, yirmi kişi, elli kişi bir kişiye saldırıyor ve yerde can verinceye kadar demir çubuk ve bambu sopalarıyla vurmaya devam ediyor.

Bu barbarlık ve vahşete sessiz kalanların insanlığından söz edilebilir mi? Bunu seyre dalan insanlık denen varlığı Yüce Allah; afât ve belalar, deprem ve virüslerle imtihan etmesin de kimi etsin?!

200 milyonluk nüfusuyla ülkenin ikinci derece yoğun sayısına sahip Müslüman bir halkın bu kadar ayrımcılık ve saldırıyla karşı karşıya kalması ırkçılık, ayrımcılık ve İslam düşmanlığının vardığı boyutu gözler önüne sermektedir.

Dünya burada bir kez daha demokrasi, insan hakları ve halkların kendi kaderlerini tayin etme noktasında sınıfta kalmıştır.

Koca Müslüman bir halk, ırkçı ve gaddar Hinduların insafına terk edilmiştir. Birleşmiş Milletler ve diğer insan hakları kuruluşları, olayı basit tepkilerle değerlendirmekten öteye geçememişlerdir.

Cammu Keşmir konusunda sessiz kalan dünya Hinduların bu saldırılarına da maalesef sessiz kalmıştır, kalacaktır. Evet, 15 milyon nüfusunun yüzde 90’ı Müslüman olan Keşmir’in talepleri göz göre göre ret edilerek Hindistan’ın boyunduruğuna mahkum bırakılmasına bütün dünya sessiz kalmıştır. Demokrasi havarisi kesilenlerin Keşmirlilerin Hindistan hegemonyasına hayır kararlarını yok saymaları, süre gelen çifte standartlardan sadece bir tanesidir.

Dün Keşmir, bugün Delhi ve diğer şehirler yine kan revan ve yine sıradanlaşacak görüntülerle gündemde. Dünya bu insanlık dışı muameleyi artık kabul etmemeli. İnsanlık kendisini de içine alacak ilahi bir azapla karşılaşmadan bu gidişe artık dur demeli.

Gayretullaha dokunanlara insanlık adına dur demek gerekir ki herkes kurtulsun, aksi takdirde Rabbimizin “tutması” çetin olacaktır.

Selam ve dua ile.