ABD Temsilciler Meclisi’nin 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıması ve “Barış Pınarı Harekatı” gerekçesiyle Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı alması, ‘Ankara Mutabakatı’ndan sonra yumuşamış gibi görünen Türkiye-ABD ilişkilerini yeniden gerdi.

“Soykırım”ı tanıma kararı 405, “Yaptırım” kararı 403 oyla, yani Cumhuriyetçi ve Demokratların neredeyse tam ittifak ettiği bir oy desteğiyle geçti.

Yaptırım tasarısında Türkiye’nin Suriye’deki askerlerini geri çekmesi isteniyor. Şu an için yaptırımın uygulanacağını tasarladıkları yetkililer; Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler, İkinci Ordu Komutanı Korgeneral Sinan Yayla.

Yaptırım tasarısı Temsilciler Meclisi’nden sonra ABD Kongresi’nin Senato kanadında kabul edilse şayet, bu sefer tasarı ABD Başkanı Trump’ın onayına sunulacak. Tabi aynı Trump yine Temsilciler Meclis’inin aldığı kararla şu an bir “azil”(Görevden el çektirme) sürecini yaşıyor. Ancak bu “azil” tasarısı, diğerleri gibi yüksek bir oyla değil, meclis üyelerinin 196 "hayır" oyuna karşı, 232 "evet" oyu ile kabul edildi.

Sürekli Türkiye ile ilgili attığı twitlerle tepki çeken Trump’ın askıya aldığı yaptırımlar, bu sefer Temsilciler Meclisi süreciyle gündeme alındı. Buna göre ‘Ankara Mutabakatı’yla kaldırılan yaptırımların tekrar yürürlüğe girmesiyle mutabakatın da bir hükmünün olmadığı fiilen ilan edilmiş olacak.

Anlaşılan o ki, mutabakatla alınan diğer kararlara da ABD uymadı. Örgüt belirtilen 30 km’nin ötesine geçmedi, örgütün ağır silahlarının toplanması şöyle dursun tam da bu arada örgüt için 170 TIR civarı bir silah sevkiyatından söz edildi.

Tüm bunlarla beraber şimdi de Trump’ın daveti üzerine Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın 13 Kasım’da ABD’ye gidip gitmeyeceği tartışılıyor. Şu ana kadar gerek yüz yüze gerek iletişim araçları üzerinden yapılan görüşmelerin sonuçlarından yola çıkarak ziyaret kararı değerlendirilebilir, değerlendirilmelidir. Amerika ve onun gibi emperyalist ülkelerin kendi çıkarları dışında tuttukları bir söz, uydukları bir ilke yoktur. Onlar her yönüyle güvenilmezdirler. Arkadan vurabilecekleri, elde ettiklerini iade etmeyebilecekleri, emanete hıyanet edebilecekleri kesinlikle akıldan ırak tutulmamalıdır. Bu yönüyle de şu ana kadar dünyada hiç yaşanmamış hainliklere imza atabilecekleri düşünülmelidir. Buradan neyi kastettiğimi sizler de tahmin edebilirsiniz.

Onlar şu ana kadar girdikleri her ülkeyi viraneye çevirdi; dünyanın en kirli örgütlerini kullanmaktan geri durmadı; ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini çalabildikleri kadar çaldı, geri kalanını talan etti. Bu taraftaki cephenin parçalanmışlığından cüret alarak etmedikleri hakaret, çiğnemedikleri mukaddesat, kırmadıkları onur kalmadı. Masum kadın ve çocukların kanına girmiş af buyurun köpeklerini bile günlerce ekranda taltif etmekten, ümmetin haysiyetini, onurunu, şerefini kırmaktan geri durmadı.

Şu an mesele sadece bir Suriye, bir Irak, bir İran veya bir Türkiye meselesi değildir. Mesele sadece bir örgüt meselesi de değildir. Mesele başta Türkiye ve onun gibi ülkeler olmak üzere bütün ayakta duran ülkeleri paramparça ederek ayakta duramaz hale getirmektir. Bunun için en azgın azılı örgütlerle ittifak ederek masumların kanına girmekten geri durmayacaklardır.  

Bunlar sadece içten veya sadece dıştan saldırmayacaklar. Yıkımı başaramadıkları yerde bütün imkanlarıyla her yönden saldırıya geçerler. Kendi Dar’un Nedvelerinde aldıkları aleyhteki kararlarla içteki ihtilafları körükleyerek yeni kalkışmalara zemin hazırlama yoluna giderler.

Bundan yola çıkarak, öncelikle içteki mağduriyetlerin giderilmesine, hak-hukuk konularının hal olmasına dönük adımlar atılmalıdır. Ayrıştırıcı, ötekileştirici dil kesinlikle terk edilmelidir. Bilinmelidir ki, halk nezdinde kullanılacak kozların ortadan kaldırılması aciliyet arz etmektedir. 

İçteki safları sıkılaştırıp aradaki boşlukları doldurduktan sonra onlar istedikleri kadar meclislerinden kararlar geçirsin, köpeklerine madalya taksın; tez gelir, teğet geçer.

Selam ve dua ile…