Adaletten söz ederken gayet doğal olarak adil şahitler, adalet timsali yöneticiler, muamelede ideolojik yaklaşımdan uzak idareciler akla gelir. Malumunuz Hz. Ömer bin Hattab ve  Ömer bin Abdulaziz (Allah onlardan razı olsun)  dillere destan adaletleriyle hep anılmışlardır. Hüküm sürdükleri yerleri deyim yerindeyse adaletle doldurduklarına ve bu nedenle adalet timsali İslam Halifeleri olduklarına tarih kitapları şahitlik etmektedir. 

Bu büyük idarecilerin o ulvi vasfının neredeyse herkes tarafından kabul edilmesinin belki tek nedeni, “Muamelede adil yaklaşım” sistemleri nedeniyledir.

Hz. Ömer’in, dönemin Şam Valisi Sa’d bin Ebi Vakkas’a, bürokratik ve hiyerarşik tüm işleyişi -tabiri caizse- bir tarafa koyarak, sorununu getiren Yahudi üzerinden kendi valisine çözüm yollaması, konu adalet olunca ki tavrını ortaya koyması açısından çok önemlidir.

Tarihten biliyoruz ki;  Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olan Sa’d b. Ebi Vakkas (Allah ondan razı olsun) Şam’daki bir camiyi genişletmek istiyor. Caminin civarındaki arsaları karşılığını ödemek suretiyle camiye devrediyor. Herkes arsasının bedelini aldıktan sonra isteyerek arsasını camiye devrederken, orada yaşayan bir Yahudi, caminin hemen yanındaki arsasını satmak ve devretmek istemiyor. Vali, arsasının değerini fazlasıyla vermek istese de Yahudi, arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermiyor. Bunun üzerine Vali arsaya el koyarak bedelini de adama gönderiyor.

Arazisini kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatıyor. Kendisine zulmedildiğini söylüyor. Müslüman komşu da kendisine, Medine’ye gitmesini ve orada halife Hz. Ömer’e derdini anlatmasını tavsiye ediyor. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutuyor. Uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşıyor. Halifeyi soruyor. İnsanlar, bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturduktan sonra derdini anlatıyor. Hz. Ömer Yahudi’yi dinledikten sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazıyor: “Ey Sa’d! Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.” Yahudi kişi buna pek bir anlam da vermeden o mesajı getirip Hz. Sa’d’a veriyor. Bunu gören Hz. Sa’d hemen adama, arsasını geri iade ettiğini söylüyor. Yahudi hayretler içerisinde ‘Ne oldu ki?’ diye soruyor. Hz. Sa’d, önceden başlarından geçen bir olayı anlatıyor: Sa’d, bir zamanlar Hz. Ömer ile birlikte Nuşirevan memleketine ticaret için yaptıkları ziyaret esnasında gasp edilen 200 develeri sebebiyle Nuşirevan’ın, sorumluluları ölümle cezalandırdığını belirterek, Halife Ömer’in “Nuşirevan’dan daha az adil değilim” şeklindeki tek cümlesiyle de kendisini şiddetli bir şekilde uyardığını ifade ediyor. Bu adil yaklaşım karşısında Yahudi Müslüman oluyor ve arsasını da camiye hibe ediyor.

“Muamelede adil ve haklı yaklaşım” çok önemlidir. İlk dört halifeyi örnek alan ve adil yaklaşım sebebiyle Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi sayılan Emevi halifelerinin sekizincisi Ömer bin Abdulaziz idarî, iktisadî ve içtimaî sahalardaki icraatlarıyla atası Hz. Ömer bin Hattab’ın yolunu devam ettirdi. İdarî alandaki icraatlarına, yolsuzluklara ve kayırmalara adı karışan valileri ve diğer memurları görevlerinden almakla başladı. Onların yerine hangi kabileden veya ırktan olduklarına bakmaksızın dindar ve dürüst yeni memurlar tayin etti. İki buçuk yıl gibi kısacık devam eden idareciliği döneminde önceki idarecilerin bıraktığı bütün zulm ve tuğyanı ortadan kaldırarak Ümmete, her topluma iftiharla sunabilecekleri bir örneklik ortaya koydu.

Rüşvetin, ‘o olmadan olmaz, vermezsek/almazsak iş yürümez’ şeklinde normalleştiği; torpilin ‘herkes yapıyor, başka çözüm yok, biz de yapmak durumundayız’ normunda yaygınlaştığı;  düşüncenin ve ifadenin, ‘böyle düşündüğümü söyleyemem, düşüncemi izhar edemem, bunu konuşamam, onu yazamam, o konu doğru ama açıklayamam’ şeklinde adeta bir ideolojik baskıyla dumura uğradığı yerde ‘muamelede adil ve haklı yaklaşım’ sisteminden söz edilebilir mi?

Mülakat ve güvenlik soruşturmalarıyla insanların attığı her twitten, söylediği her sözden, gittiği her okuldan, okuduğu her kitaptan, dahası akrabalarının işlediği iddia edilen her suçtan veya kendisinin takıldığı her sivil toplum kuruluşu üzerinden değerlendirilerek ona göre muamele gördüğü bir sistemde adaletten veya liyakattan söz etmek mümkün olur mu?

Neredeyse her mülakatın ardından puanları 80’lerden 50’lere düşürülen veya her güvenlik soruşturması neticesinde aldıkları haksız suçlamalar üzerine adeta kariyer suikastına uğramaları sonucu canlarına kıyanların olduğu bir yerde adaletten söz etmek doğru olur mu?

Bugün, 90’lı yılların kara 28 Şubat süreçleriyle değerlendirilerek iki satır yazıyla ömür boyu mahrumiyetle karşı karşıya olanların seslerinin dahi duyulmadığı yerde ‘adil yaklaşım ve geçmiş dayatmalardan azade bir muamele’ şeklinden söz edilebilir mi?

Adaletin güçte değil, gücün adalette olması gereken yerde liyakat ve hak gözetilmeksizin güçlüden, akrabadan, torpilciden yana bir yaklaşım böyle devam ederse herkesten evvel sistem sahiplerini er ya da geç pişman ettirecektir. 

Bütün bunları bugün niye mi yazdım? Çünkü bugünlerde yine mülakat ve yine güvenlik soruşturmaları söz konusu. ‘Vatandaşa muamelede adil yaklaşım içerisinde olun!’ demek her vatandaş gibi bizim de görevimiz olsa gerek! Silm ve selam ile...