15 Temmuz darbe girişimi gecesi İzmir`de sela-ezan okuyan imam-müezzinlere camide saldıran, caminin camlarını yere indiren, ayakkabılarla namazgâhı basan sanıklara beraat çıktı. Sadece bir iki sanığa on ay hapis ve 5 bin TL para cezası kesilmiş.

‘Bunlara niye idam verilmedi` demiyorum, ancak çifte standartlığın husumet ve dışlanmışlığa, onun da istikrarsızlık ve güvensizliğe yol açtığını ve dolayısıyla bunun ülke için hayırlara vesile olmadığını ifade etmek istiyorum, o kadar.

Bu coğrafyadaki ülkelerin kaderi hep böyle. ‘Çuvaldızı başkasına sallarken, iğneyi kendimize...` babından insanlar niye hep ecnebilerin vicdanına akıyor/akın ediyor diye analiz etmek lazım.

Kabul edelim veya etmeyelim; ekonomik istikrar, hak-hukuk ilkesi, can güvenliği bu akında etkili faktörlerdir.

Peki bütün bu sıralananlar niye bizde lükstür, fantezidir. Tek kelimeyle ifade edelim ki; toplumsal duyarsızlık ve nemelazımcılık halkımızı ecnebinin, Avrupa`nın kapısına sürükledi. Olup bitenlerle ilgili maalesef ‘bana dokunmayan kötülük bin yıl yaşasın` modundayız. Ondan dolayı da sırasıyla ama neticede yine hepimiz kaybediyoruz.

Her şeyden önce adaletin olmadığı yerde, adil bir paylaşım ve bireylerde aidiyet duygusu hissettiren bir anlayış da olmayacaktır.

Zihnî sahiplik ve tasarrufun olmadığı yerde de zenginlik olmaz, istikrar olmaz, huzur olmaz; elinizdeki kümülatif, deniz de olsa bu böyledir.

Darbeye karşı camide sela-ezan okuyan müezzin-imama saldıranlara beraat çıkarken; camilerde Kur`an-ı Kerim okutan, camilerin temizlik işini yapan, cami cemaatinin kapıdaki ayakkabılarını düzelten ve cemaate güzel koku dağıtan gencecik insanlara -bu işleri yaptılar diye veya onlara zarar verenlere karşı ‘ellerini kaldırdılar` diye- 30(otuz) yıl hapis cezası veriliyorsa, bu ülkede adaletin canına okunmuştur demektir.

Müezzine saldıranlara, küfür-hakaret edenlere beraat; Atatürk`e hakaret eden -ki bu fiili tasvip ettiğim manasında söylemiyorum bunu- ancak hemen ardından yanlış yaptığını da ifade eden Safiye İnci`ye uygulanan linç, tutukluluk ve ardından bir örgüt üyeliği seviyesinde, 4 yıl 6 aya varacak kadar hapis cezasıyla dava açmak, nasıl bir ‘eşit vatandaş` yaklaşımıyla izah edilebilir.

Birileri konuştu/konuşuyor veya bir bahçede-parkta basın açıklaması yapmak istedi diye büyük bir hışımla onlara olmadık eziyetler yaşatılıyorsa, burada hukuk ciddi manada kötü sınav veriyor demektir.

‘Vurun, kırın` demedikten sonra veya birilerine hakaret-küfür etmedikten sonra bırakın insanlar konuşsun! İnsanlar dertlerini anlatsın! Ömrümüz birbirimizi susturmak veya susturmaya çalışmakla geçti, yetmiyor mu?!

Müezzini susturmaya çalışanlar da aynı anlayışın, aynı zihniyetin müptelası. Orada ‘vur patlasın, çal oynasın` olsaydı ‘hoşgörünün alası` gösterilirdi. Ama o gece imam ülke derdindeyken, saldırganlar uykularının veya kötülüklerinin derdindeydi.

Herkes kendi penceresinden konuşsun, bize düşen de kendi penceremizden cevap vermek, varsa bir yanlışlık bunu aynı şekilde ifade edebilmektir. Araya girecek hakim-savcı veya kolluk kuvvetleri olacaksa da, hak-hukuk-adalet penceresinden yaklaşım göstersin, öyle araya girsin!

Ülkenin gizli belge-bilgilerini ifşa etmekten ceza alanı salıverip, gariban insanların çocuklarını hapislerde çürütürsen ‘böyle adalet olmaz olsun` dedirtirsin elbet.

Hele çıkarılacak yeni kanun ve düzenlemelerle cami yanlılarını, imamdan taraf olanları, darbeye karşı duranları görmezden gelirseniz, sizin gerçek manada müezzinden mi, saldırganlardan mı; darbecilerden mi, karşı duranlardan mı bilmeyerek veya yanılarak taraf tuttuğunuz bir kez daha ortaya çıkacaktır! Bizden söylemesi!

Selam ve dua ile...