“İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini, payda da kendisini ne zannettiğini gösterir ve kesirde payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür" diyordu Tolstoy.
Bu söz üzerine biraz tefekkür etme ihtiyacı duydum.
Bütün insanlar yaratılış itibariyle farklılık arz etse de Allah’ın sanatı olması yönüyle aynı değere sahip olmalıydı.
Herkesin doktor olduğu bir dünya düşleyebilir misiniz?
Elbette böyle bir dünyada yaşamak da mümkün olmazdı.
Öyle olsa siyaset olmaz, devletler kurulmaz, belediyecilik olmaz, sokaklar pislikten geçilmezdi.
Teknoloji denilen şey olmaz, mimari harikalar inşa edilemezdi.
Daha sayabileceğimiz yüzlerce sebepten ötürü herkesin aynı mesleği yaptığı bir dünya söz konusu olamazdı.
Belki de insanların daha rahat ve konforlu bir hayat yaşamaları için Allah herkesi ayrı bir yetenekle yaratmıştı…
Her insan ve yetenek diğer bir yeteneği tamamladığı için de değerli ve önemliydi.
Ama zaman içinde insanlar kendilerine statü adını verdikleri kavramlar üretmeye başladılar.
İnsanın değerini koltukla ilişkilendirip bunu insanlara kabul ettirdiler.
Bir anlamda insana verilmesi gereken değeri eşyaya vermeye başladılar.
Bunun sonuncunda koltuk önemli olurken insan önemini yitirmeye böylelikle büyük koltukta oturan alt koltukta oturana, alt koltukta oturan da daha alt koltukta oturana o da koltuğu olmayana tepeden bakmaya başladı.
Peki, ama neden?
İnsanların alenen parayla alınıp satılamadığı günümüzde, duygular üzerinden köleleştirme sağlamak isteyenler olabilir miydi?
Öyle ya gündelik hayatta kendini değersiz ve boşlukta hisseden bir insana koltuk verilmesi onun bu koltuğu kaybetmemek adına haksızlığa bile takla attırıp kendisine hak olarak kabul ettirebilirdi.
Kişinin kendini bir anda hak etmediği bir yerde koltuk veya makamda bulması insanlardan daha değerli olduğu sonucunu mu çıkarmalıydı?
Yoksa o koltuğun ağır sorumluluğunu hissedip eğilmesi mi?
Ama bazen oturduğu koltuk veya makamın verdiği kibrin ağırlığıyla da eğilebiliyordu insan ve maalesef biz bu ‘’kibri’’ mütevazılık olarak algılıyorduk.
Acaba her şeyi bir kenara bırakıp suçu kendimizde mi aramalıyız?
Belki de artık fabrika ayarlarımıza dönmeli ve kendini değerli ve önemli sanan bu tavrıyla bize değersiz ve önemsiz olduğumuzu ima etmeye çalışan insanlara ‘’asıl’’ olanın biz olduğunu ve bize hizmet etmeye mecbur olduklarını yüzlerine haykırmalıyız.
Bu yazıyı yazarken gözüm bir tek kişiyi aradı gönlüm bir tek kişiyi arzuladı bütün benliğimle “Neredesin bir sonraki gelişin ne zaman ya Hz Ömer (r.a)” diye haykırasım geldi…