"Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir" diyordu Hz. Muhammed (s.a.v).
Etrafıma baktım bir an, bu hadisin birinci muhatabı şüphesiz Müslüman tüccarlardı ve şükür ki bir Müslüman olarak bir İslam beldesinde yaşıyordum.
Geriye efendimizin övdüğü bu tüccarları bulmak kalıyordu.
Aslında belki de aramaya gerek yoktu. Öyle ya bütün bir belde Müslümandı ve İslam’ı Hz. Muhammed (s.a.v)’den öğrenmişti.
Dolayısıyla İslam’ın ticaretle ilgili hükümlerini bilmemeleri olanaksızdır diye düşündüm.
Ama olsun dedim.
Çevremde gördüğüm bildiğim veya duyduğum tüccarların hangisinin “Doğru ve güvenilir tüccar” olduğu ve efendimizin bu sözüyle ne kastettiğini bilmek istiyordum.
Aklıma ilk gelen tabelalar oldu.
Belki de buradan başlamalıydım. Kişinin dini konudaki hassasiyetini ve bunun bir sonucu olarak ticaretteki dürüstlüğünü tabelasına yansıtmış olması mümkündü.
Ancak günümüzde bir kısım insanların sembol ve sloganlarla dini aidiyetlerini, ifade biçimi olarak görmeleri beni bu düşüncemden de vazgeçirmişti.
Sonra düşündüm. İslam’ın tabela dini olmadığını dolayısıyla tabelaların her zaman doğruyu ifade etmeyeceği gibi; bazen yanıltıcı da olabileceğini…
Hatta bazen kişinin kendi hayatına yansıtamadığını dolayısıyla eksik yönünü de tabelaya yansıtarak tamamlamak isteyebileceğini düşündüm…
Bu hadisi anlayabilmek için alış verişteki titizliğe ve olası sonuçlarına bakmam gerektiğine kanaat getirdim.
Doğrusu bu çok büyük ve oldukça önemli bir hadisti.
Düşünebiliyor musunuz siz sadece para kazanırken Hz. Ebubekir ile hiç savaşmadan Hz. Hamza ile cennette buluşabileceksiniz.
Merakım iyiden iyiye büyüyor ve bu sözün muhataplarını arama gayretim artıyordu.
Belki de her şeyde olduğu gibi bunun için de geçmişimize bakmamız gerekiyordu.
“Ne de olsa biz her şeyin en iyisini geçmişte yapmıştık da; peki, bizim bir geleceğimiz olmayacak mı?” diye düşünmeden de edemiyordum.
Başladım geçmişimizi araştırmaya ve sanırım Efendimizin bu sözünü en güzel Endonezya’nın nasıl Müslüman olduğuyla açıklayabilirdik.
“Müslüman bir tüccar gelip bir süre buraya yerleşir ve kumaş satmaya başlar.
İşlerini ilerletince kendisine bir işçi tutar.
O gün satıştan geç dönen işçisine neden geç geldiğini soran Müslüman tüccar, işçisinin malları bedellerinden daha yüksek bir kazançla sattığını anlar. “Aman evladım kimlere fazlaya satmışsan gel gidip bulalım” der.
Müslüman tüccar sattığı kişileri bularak paralarının üzerini onlara iade eder. Kısa sürede bu olay bütün bir şehre yayılır; kralın kulağına kadar gider.
Kral merakla bu Müslüman tüccarı yanına çağırarak bunu neden yaptığını sorar. Müslüman tüccar da kendi inancının bir gereği olarak böyle yapmak durumunda olduğunu, bunu yapmasının inandığı din olan İslam dininin bir vecibesi olduğunu söyler. Bunun üzerine Kral halka bu dini öğrenmelerini ve bu şekilde yaşamalarını tavsiye eder.
Büyüleyici değil mi?
Bu tüccarların ismini öğrenemedim. Ticarethanelerine ait bir tabelaya da denk gelmedim; ama alış verişlerindeki dürüstlüklerine ve dini hassasiyetlerine dair tarihe düşen notlarına şahit olmuştum.
Elbette bu ticari dürüstlükte bu hassasiyetleri gözetenlerin sayısı azımsanmayacak kadardır inanıyorum; ancak bu bütün Müslüman tüccarların sahip olması gereken özelliklerdir diye düşünüyorum.
Sadece ticarette değil hayatın her alanında…
Belki de bu sebeple Müslümanların yapacakları ticareti, Allah’ın emri doğrultusunda yapmaları, bir an bile Allah’ı unutmamaları için; kurulan bütün İslam şehirlerinde çarşılar, pazarlar ve ticarethaneler en büyük caminin etrafına yerleştirilirdi.
Nereden nereye!
Geçmişte birkaç "Doğru ve güvenilir tüccar”ın 250 milyonluk bir ülkenin Müslüman olmasına sebebiyet veren bir ticaretten; diğer taraftan günümüzde İslam ahlakına uygun yapılmayan bir ticaretin neticesinde Müslümanların bile illallah ettiği bir ticarete…
Geçmişimize bakıp geleceğimizi şekillendirme zamanımız gelmedi mi?