Tarih boyunca din ve siyaset iç içe girmiş, bütünlük kazanmış “siyam ikizleri” gibi bir birinden ayrı düşünülmemiş iki olgu olarak karşımıza çıkmıştır.
Nitekim Sümer veya Akad kralı olduğu yönünde rivayetler bulunan Nemrut’un, Pers krallarının, Mısır firavunlarının ve diğer devlet yöneticilerinin tanrının soyundan gelen kişiler olarak görülmesi bu görüşümüzü haklı çıkarmaktadır.
Ruhani bir varlığa nispet ederek kendi yetersizliklerine, yanlışlarına ilahi bir libas giydirmek suretiyle tanrının yeryüzündeki temsilcileri olarak iktidarlarını devam ettirmişlerdir.
Aslında bu durum tarih boyunca hiçbir toplumun dinsiz olmadığını, sürekli mutlak yaratıcıyı aradığını ve dini hükümlerle yönetilmek istediklerine dair açık bir delildir; ancak mevcut kralların bunun farkında olarak, halkın mutlak yaratıcıyı arama çabasının önünü kestiğini…
Kralların kendi eylem ve söylemlerine dini bir statü kazandırarak halkı manipüle ettiğini net olarak görebiliyoruz.
Sonraki dönemlerde Hristiyanlığın resmi bir hüviyet kazanmasıyla da zaman içerisinde kilisenin aynı geleneği devam ettirdiğini, kendi sözlerini Allah’ın sözü olarak yansıttığını ve Avrupa’yı bin yıla yakın karanlığa gömdüğüne şahit oluyoruz.
Belki de bu sebeple John Locke gibi düşünürler: “Siyasî yönetimin işlerini, din işlerinden kesinlikle ayırt etmeyi ve ikisi arasına âdil sınırlar koymayı bütün her şeyin üzerinde zorunlu buluyorum.” Diyerek iç içe geçmiş “siyam ikizlerinin” ayrılması ve iki bağımsız kurum olarak yoluna devam etmesi görüşünü ortaya atmasına sebebiyet vermiştir.
Ancak bu söz Makyavelli gibi “Sadist siyasetin” öncüsü “insanlık düşmanı” bir kişinin görüşlerinin yayılmasına ivme kazandırıyordu…
Makyavel, günümüzde bile etkisi görülen dinin siyasetin hizmetinde olması gerektiğini…
Siyasilerin iki hayvan “tilki ve aslan” gibi kurnaz ve acımasız olması gerektiğini…
Siyasette amacın güç ve iktidar olduğunu ve bunlara ulaşmak için her türlü ahlaksızlığın meşru olduğunu…
Prensin toplum karşısında merhametli ve adil görünmesi gerektiğini; kapalı kapılar arkasında ise her türlü dalaverenin önünü açması ve meşru görmesi gerektiğini…
Prens yol yürüdüğü arkadaşlarını, sırrına vakıf olduğu gerekçesiyle zamanı geldiğinde ya itibarsızlaştırmak ya da öldürmek yoluyla ortadan kaldırması gerektiğini…
Ayrıca Makyavelliye göre halk “ahmak” ve “cahil” olduğu için onları kontrol etmenin kolay olacağını; çünkü ahmaklık ve cehaletin, ben merkezli çıkarcı, yalaka ve güçlüden yana bir kişiliğe sahip olduğu gibi kirli düşünceleri ortaya koymuştur.
Bunun neticesinde “eli silahlı” terör örgütlerinin yanında insanların emeğini sömüren “eli faizli” ve “eli dövizli” terör örgütlerinin ortaya çıkmasına ve yaygınlaşmasına sebebiyet vermiştir.
Oysa doğuda Hz. Muhammed (s.a.v)’in siyasi mirasının varisleri tam tersi bir anlayışla siyaset sahnesine çıkıyordu.
Günümüzde bile bütün dünyanın hayranlık duyduğu Hz. Ömer dönemi ve sonrasında değişip dönüşen dünyanın gerçekliğine uygun; ama vahiyden ayrılmayan bir siyasi anlayışın varisleri siyasi anlamda dünyaya insanlık dersi veriyordu.
Bunların başında “el-Ahkâmu’s-Sultâniyye” adlı eseriyle İslami siyaset teorisyenlerinin ilkleri arasında yer alan İmam Maverdi geliyordu.
Ancak O Makyavelli’den bütünüyle farklı düşünüyor ve devletin, halkın dinini, canını, malını, korumakla yükümlü olduğunu, toplumsal ahlak ve adaletin sağlanması gerektiğini; ancak bundan önce devlet başkanının bu özelliklere sahip olması gerektiğini savunuyordu.
Makyavel’in devlet başkanı zalim olmalı düşüncesine karşılık; Maverdi, devlet başkanı “Adil, doğru sözlü, emaneti yerine getiren, haramlar hususunda iffetli, günahlardan sakınan, şüphelerden uzaklaşan, rıza ve kızgınlık anında itidalini koruyan, din ve dünya işlerini yürütürken şahsiyet ve karakterini kaybetmeyen kişidir.” diyerek tanımlıyordu.
“Kendisinde bu şartlardan birisi olmayan kişi velâyetten ve şahitlikten men edilir. Sözü dinlenmez ve verdiği hüküm tatbik edilmez” diyordu.
Böylesi bir durumla karşı karşıya kalınması durumunda: İlimde derinleşmiş, adil, ahlak sahibi kişilerden oluşan “Ehlü'l-hal ve'l-akd” sistemini geliştiriyor ve devlet başkanlarının Ahlak ve adaletten ayrılmaları durumunda azledilmelerinin gerekli olduğunu savunuyordu.
Yine Makyavel’in “Din. Siyasetin hizmetinde olmalı” düşüncesine karşılık İmam Maverdi: "Kim iktidarını dine hizmet uğrunda kullanırsa her güç sahibi ona boyun eğer. Kim de dini iktidarı için kullanırsa, o zaman herkes ondan bir şeyler kapmak için uğraşır" diyordu…