Batı, birkaç yüzyıldır özellikle İslam dünyasına aşılamak istediği moda ve modernizm kavramlarının pratiği noktasında İslam toplumunda ciddi bir karşılık bulamamıştı.

Müslüman toplumda “Bir kötülüğü engelleyemiyorsanız en azından ilerleyişini durdurun” sloganıyla birlikte ciddi bir direnişle karşılaşmıştı.

Bunun neticesinde İslam coğrafyasını sömürme noktasında belli bir mesafe kat etmiş olsalar bile asıl gayeleri olan dinin folklorik bir düzeye indirgenmesi noktasında başarı sağlayamamışlardı.

Çünkü İmam Ebu Hanife: ‘’ ...Mü´min irtikâp ettiği günahı, azaba çekileceğini bilerek işlemez. Fakat işlediği günahı ya Allah´ın affedeceğini ümit ettiği için veya hastalık ve ölümden önce tövbe edeceğini umduğundan dolayı işler” diyordu.

Diğer bir deyişle Müslümanlar hiçbir durumda Allah’ı inkâr etmiyor, bilakis kendilerinin yaptığı hata veya günahın farkına varıyor ve tövbe kapısının açık olduğu bilinciyle Mutlak yaratıcının merhametine sığınıyordu.

Peki ya batıda durum nasıldı?

Öyle ya moda dedikleri şey kendini üstün insan olarak görenlerin alt sınıf olarak gördükleri insanlardan kendilerini ayırma çabasıydı.

Onlar açıldıkça alttakilerin onları taklit etmesi gerekecek ve ‘üstün insan!’ olan batının kendini tekrar değiştirme zorunluluğu doğacaktı ve nihayet üstlerine giyecek elbiseleri kalmayıncaya kadar bu durum devam edecek ve insanların baş döndürücü bir hızla köleleşmesi sağlanacaktı…

Sonuç?

Belki de sonucu Montesquieu’nün şu sözünde bulabiliriz: “Kurumlar, zaferlerinden ötürü yok olur.” Evet, Montesquieu sanki batının bu baş döndürücü değişimini öngörmüş ve onları uyarmış gibiydi.

Nihayet moda ve modernlik adı altına sahnelenen oyun İslam dünyasında kısmi tahribatlara sebebiyet vermişse de bu bir zafere dönüşmemişti. Bekledikleri zafer kendi toplumlarında kazanılmış, din folklorik bir düzleme çekilmiş, bir anlamda toplumun can damarı kesilmişti.

Sonrasını Ulrich Beck’ten dinleyelim: “Modernliğin piyasa modeli, nihai sonuçları üzerinden düşünüldüğünde, ailesiz ve çocuksuz bir toplum anlamına gelir. Herkes bağımsız ve ekonomik bakımdan varlığını teminat altına almak için piyasanın taleplerine açık olmalı. Piyasanın öznesi, en nihayetinde bir ilişkinin, evliliğin ya da ailenin “engellemediğ” bekâr bireydir. Dolayısıyla doruk noktasındaki piyasa toplumu çocuksuz bir toplumdur.’’

Nitekim bugün batı toplumunda Z kuşağı olarak adlandırılan nüfusun sayısal olarak düşük olması ve batı toplumunun buna çareler araması Ulrich Beck’i haklı çıkarmaktadır.

Öte taraftan “Din”in ve buna bağlı olarak tarihi ve kültürel bağların dezenformasyonuyla birlikte modernliğe adım atan batı toplumu evlilik müessesinin kutsallığını yıkmış, her türlü çarpık ilişkiye zemin hazırlamış, hedonist bir toplum meydana getirmiş ve bunun neticesinde insanlar dış fiziği güzelliği bozulmasın diye çocuk yapmak yerine kedi köpek beslemeye başlamıştır.

Şu unutulmasın ki;

İslam, gelişime ve yeniliğe değil, ölçüsüzlüğe karşıdır.

Moda ve modernizm adı altında bizi hayatın anlamından koparıp standartlaştıran ve aile içinde bile aile üyelerini yalıtıp bireyselleştirip bencilleştiren kirli ve hastalıklı zihniyete karşıdır.

Nasıl ki sağlıklı kalbin belirli bir ritmi varsa ve belirli bir ölçünün dışına çıkınca hastalıklı kabul edilip tedavisi için uğraşılıyorsa, tıpkı bunun gibi toplum içinde de ölçünün kaçırılması durumunda hastalıklı kabul edilip tedavisi gereklidir.

Bunun için “Müminler ancak kardeştirler…” şiarıyla Müslümanlar bir birini uyarıp bu ölçüsüzlüğü ve hastalıklı zihniyetin fitnesini bertaraf etmek için dayanışma halinde olmalıdır.