Eskiden mutluyduk sobanın başına toplaşıp aile olmanın gerekliliğini, örf adet ve ananeleri konuşur, babalarımızdan İslam kahramanlarının hayat hikâyelerini dinler, böylelikle tarihimizle bir bağ kurardık.

İnsanların bizden emin olacağı şekilde yetiştirilir, ailemize leke konduracak her türlü eylem ve söylemden kaçınırdık.

Tarihi ve kültürel bağlarımıza yönelik bir bilinç oluşur ve bunun sonucunda İslam toplumu meydana gelirdi. Ancak bu durum birilerini fazlasıyla rahatsız ediyordu.

Çünkü tarih boyunca dönemin iktisadi güçleri yaşadıkları toplumu tüketim toplumuna dönüştürmek ve servetlerine servet katmak için olağan güçleri ile çabalamış; ancak bu servet sahipleri sınırlı bir bölgeye hükmetmiş, evlere sızamamış dolayısıyla etki alanları da oldukça dar bir alana sıkışmıştı.

Sanayi devrimiyle birlikte Batı’dan bir ses yükseliyordu ‘’Belirlenmiş bir "ahlak" görünümü altında ve kurallara bağlı yaşam biçimi anlamında ortaya çıkan "kapitalist ruh “un ilk önce mücadele etmek zorunda olduğu düşman, geleneksellik olarak adlandırılabilecek her çeşit duygu ve davranıştır.’’ Diyerek kendinden sonra gelecek iktisadi güçlere asıl savaşmaları ve yenmeleri gereken bir düşman gösteriyordu Max Weber…

Ama nasıl?

Bunun çözümünü ilerleyen yıllarda yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla bulmuşlardı.

Önce iyi bir hazırlık yapmaları ve insanlara hissettirmeden zaman içinde bunu yapmaları gerekirdi.

Bunun için yetişkinler, gençler ve çocuklar için ayrı ayrı zaman dilimlerinde izleyecekleri programlar hazırlanmış böylelikle aileyi parçalayıp aile üyelerini bireyselleştirmenin ilk adımı atılmıştı.

Artık aile belli bir amaç için bir araya gelemiyordu. Çünkü onlara hitap eden programlar ayrı zaman dilimlerinde yayınlanıyordu.

Ancak bir sorun vardı. Çocukların dinlerken keyif aldığı İslam kahramanlarının yerine başka kahramanlar koymaları gerekirdi.

Gerçi ellerinde Robin Hood adında dünya çapında bilinen bir kahramanları vardı. Lakin o bir hırsızdı ve hırsızlığı günah kabul eden bir topluma bunun bir kahraman olduğunu yutturmak kolay olmayacaktı.

Böylelikle sineklerden böceklerden hayali kahramanlar yapıp çocukların hayal dünyalarına sokarak onların tarihleri ile olan bağlarını koparmaya çalıştılar.

Diğer taraftan biz yetişkinlerin normal şartlarda yapmayacağımız, kendimize ve ailemize asla layık görmeyeceğimiz gerek davranış gerekse kılık kıyafet noktasında ki tutumumuz yıllar geçtikçe bilinçaltımızda form değiştirmeye başlıyordu.

Yıllarca önümüze konulan ve bilinçaltımızda ‘senin benzemeye çalışman gereken budur’ dedikleri, bir dizi estetik operasyonu ve makyajla boyanmış yüzleriyle bize model olarak sundukları kişilere özeniyorduk?

Bu özentiler çok mu asildiler yoksa çok mu zarif?

Oysa asalet de, zarafet de vahiyle harmanlanmış tarihi ve kültürel bağlarımızdaydı.

Bunu çok iyi bilen sermaye sahipleri bizi köklerimizden koparmak için diğer bir aşamaya geçmemiz için yeni komutlar vermeye başlıyordu. Tüketim toplumunun sağlam bir müşterisi haline gelmemiz ve daha rahat hareket edebileceğimiz yerlere taşınmamız bilinçaltımıza telkin ediliyordu.

Böylelikle bizlerde çok önemsiz gördüğümüz sadece mahalle dediğimiz aslında aile ve kültürel bağlarımız olan bu muhitlere veda ederek bir anlamda sermaye sahiplerine istediklerini veriyorduk.

Slavomir Mrozek: "Bir zamanlar mutsuzluğumuz için günün yönetimini, 'Tanrı'yı' suçladık. İşleri kötü yürüttüğünü düşündük. Onu azledip yönetici olarak kendimizi atadık.’’ Diyerek asıl niyetlerinin insanları Allah’a kul olmaktan alıkoyup kendilerine köle yapmak olduğunu açıkça itiraf ediyordu.

Aslında Allah c.c bizi bu konuda uyarmış ve şöyle buyurmuştu:

‘’Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanların dostu yaptık.’’