Özel bir televizyon kanalında görmüştüm ‘o an’ diye bir fotoğraf karesi…

Afrikalı bir baba…

Yılların verdiği yorgunluk insanların verdiği acı ve açlık…

Simsiyah teni yalvarır bakışlarla tuttuğu beyaz bir eldi…

Belki açtı ama o yalvarır bakışlar kendi açlığı değildi.

Farklı hastalıklardan dolayı karnı şişmiş, göğüs kafesindeki kaburgaları dışarı çıkmış ve incecik ayaklarıyla odanın bir köşesine sinmiş, elinde boş bir kap, gözleri kapıda yolunu bekleyen yavrusunun açlığıydı…

O bir babaydı her baba gibi…

Sorumluluğu vardı. Duyguları vardı ve çocuklarına duyduğu derin bir sevgisi…

Tıpkı bizim babalarımız gibi…

Sabah evden çıkmalı, çocukları için çalışmalıydı. Belki oralarda çalışacağı bir işi yoktu. Gururunu ayaklar altına alıp hiç tanımadığı bir eli tutmalı, çocukları için yalvarmalı ve bu durumu çocuğundan gizlemeliydi.

Hangi çocuk babasını o halde görmek ister ki…

Peki ya o bizim babamız olsaydı…

Acaba tek amacı bizim açlığımızı gidermek olan ve bunun için sabah erkenden biz uykudayken, uykusundan feragat edip giden insanın bize yiyecek bir şeyler bulmak için nelere katlandığını hiç düşündük mü?

Onu sabahın ilk ışıklarıyla yola revan eden sebep neydi?

Belki esnaftı belki işçi belki ameleydi belki de şoför ama ne önemi var ki hangi işi yaptığının…  Her işin vardı kendine göre zorlukları…

Belki azar işitmişti belki de kaldırdığı yük belini bükmüştü belki de duyguları incitilmişti. Ama işini bırakıp gitmemişti. Çünkü evde onu bekleyen, gözleri kapıda birileri vardı. Kısacası onu orda tutan sizin sevginizdi.

Yaşadığı bunca olumsuzluğa rağmen bütün stresini, sıkıntısını kapının önünde bırakıp sizin varlığınızla teselli bulan, yaptığı işin ağırlığıyla güçsüz düşen bedenine rağmen, varlığıyla size güç veren…

Siz sofrada o küçücük ellerinizle avuçlayıp yediğiniz ekmeği ve önünüze konan sıcak bir kap yemeği yiyişinizi izleyen. Siz yedikçe sanki o lezzet alıyor siz yedikçe sanki o doyuyordu.

Belki pelerini yoktu ama o isimsiz bir kahramandı çünkü hiçbir kahramana kendi özel ismiyle hitap edilmez. İşte bu sebeple siz ona sadece BABA diyordunuz.

Sormak gerek, böyle bir fedakârlık vefasızlık mı gerektirir!

Bütün hayatlarını size adayan, en muhtaç olduğunuz anda yanınızda olan, merhameti, şefkati ve sevgisiyle sizi kuşatan; ancak şimdi sizin sevgi ve merhametinize muhtaç olan anne ve babaları yüz üstü bırakıp gitmek ne kadar insanidir.

Onları huzur evi dedikleri yerlere yerleştirmeniz sizce gerçekten de onlara huzur mu veriyor? Yoksa her saniyeleri ıstırap mı doluyor. Onlar sizi çocuk esirgeme kurumuna mı verdi ki siz onları huzur evlerine veriyorsunuz!

Onlar sizi başka insanlar için terk mi etti ki siz başka insanların peşine takılıp onları gözü yaşlı arkanızda bırakıyorsunuz.

Ve hatırlayın sırf annesi izin vermediği için Peygamberimizi görmeye gitmeyen, sonradan annesinin şart koşmasıyla Medine’ye kadar binlerce kilometrelik yolu günlerce yürüyen ancak Efendimiz Tebük seferinde olduğundan dolayı annesine verdiği söz uyarınca geri dönmek zorunda kalan Hz. Veysel Karani hakkında bakın efendimiz ne buyurdular:

“Ya Aişe, evimize hangi ulu kişi geldi? Bu Rahmani kokular, bu İlahi lezzet nedir?

Yine Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

“Allah’ın hoşnutluğu babanın hoşnutluğunda, öfkesi de babanın öfkesindedir.”

Nitekim yüce yaratıcı:  “Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem anne babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.”

Bu vesileyle anne ve babaların her günü kutlu olsun.

Allah’tan vefat eden anne babalara rahmet, yaşayan anne ve babalara da evlatları tarafından kendilerine merhamet diliyorum…