Tek başına yaşayamazdı insan…

Sosyal bir varlıktı ve insanlarla beraber birlikte yaşama kültürü geliştirmeliydi.

Bunun için toplumu anlamalı, insani ilişkilerinin ölçütünü belirlemeliydi; çünkü toplumsal yapı sürekli değişiyor, göçlerle birlikte farklı coğrafyalardan gelmiş farklı kültürden insanlarla muhatap olmak zorunda kalıyordu.

Bu durumun bazı olumsuz yönleri olacaktı elbette. İnsanın yetiştiği aile, arkadaş ortamı veya mensup olduğu fikir dünyasıyla şekillenmiş bir kişiliği ve düşünce dünyası vardı. Hayata bu pencereden bakıp bütün dünyayı böyle yorumlama yanılgısına kapılma ve üstüne bir de üzülme ihtimali vardı.

Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

"Su-i zan etmeyin. Su-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur…’’ diyerek günümüzde insanların en mustarip oldukları konuya parmak basıyordu.

 Belki de insanın çocuklukta oluşturduğu otomatik düşüncelerin, kişiyi ileriki yaşlarda bağlı bulunduğu çevrenin de etkisiyle ele geçirdiğini varsayabiliriz.

Belki de İnsanın ruhsal anlamda özgüvene sahip olamaması, kendisi olmayı başaramaması ve özerkleşememesinin bir sonucu olarak da otomatik düşünmeyi tercih ettiğini düşünebiliriz.

Bir olay karşısında elinde yeterli bir kanıt olmaksızın insanın bilinçsiz bir yargıya varması olarak da yorumlayabiliriz otomatik düşünceyi…

Bir insan sırf bizim gibi düşünmüyor diye onunla konuşup yanlış düşündüğünü anlatmaya çalışırız bazen. Onunla konuşma isteğimiz onun hakkındaki düşüncelerimizin doğruluğuna kanıt aramaktan başka bir şey değildir; çünkü onu çoktan sağcı-solcu, ilerici-gerici diye etiketlemişizdir.

Tıpkı bir insanın olumsuz bir davranışına bakıp genelleme yapmak suretiyle onun ve mensubu olduğu çevresinin kötü olduğu yargısına varmak gibi.

Nedeni ne olursa olsun insanın zihninde oluşturduğu, CTRL-C ve CTRL-V gibi kısaltmaların, şablonların ve nihayetinde otomatik düşüncelerin insan ilişkilerine olumsuz yansıdığı aşikârdır.

Bu tip insanların psikolojideki tanımı sıfırdır ve Carl Gustav Jung, ‘’Yanyana toplanan milyonlarca sıfır bir etmez…’’ diyerek bireyin kalitesinin mensubu olduğu fikir dünyasının da kalitesini ortaya koyacağını belirtmek istemiştir adeta...

Belki de şu hikâye ne demek istediğimizi daha anlaşılır kılacaktır.

“Yaşlı kadın hastalığının tedavisi için İzmir’e gitmiş, tahlillerini yaptırmış, ilaçlarını almıştı

Saat ilerlemiş kendini zar zor istasyona atabilmişti.

Tren gece 12’de İzmir’den Aliağa’ya gidecekti.

Oturdu koltuğuna.

Kondüktör bilet kontrolü için geldiğinde yaşlı kadın, “Evladım tren Menemen’e varınca şayet uyuyorsam beni uyandırabilir misin?” diye ricada bulundu…

Nihayet tren Menemen’e vardı; ancak kondüktör verdiği sözü unutmuştu.

Vakit kaybetmeden yaşlı kadının olduğu bölüme geldi ve uyuduğunu gördü.

Hemen makinistin yanına gitti ve durumu anlattı. Gecenin bir yarısı yaşlı kadının Aliağa’ya gitmesi durumunda karşılaşacağı sıkıntılardan söz etti ve henüz çok uzaklaşmamış olan trenin geri Menemen’e döndürülmesi ricasında bulundu.

Makinist kabul etti ve treni kısa sürede Menemen’e geri getirdi.

Kondüktör yaptığı iyiliğin haklı gururuyla yaşlı kadının yanına gelerek: “Teyze kalk Menemen’e geldik” diyerek uyandırdı.

Yaşlı kadın, “Geldik mi evladım” deyip çantasını açtı ve içinden bir hap çıkarıp yuttu, sonra uykusuna kaldığı yerden devam etmek istedi.

Kondüktör küplere bindi ve başladı yaşlı kadını azarlamaya… “Senin için treni geri çevirdim, birçok kişi geç kaldı, farkına varılırsa ceza bile alabilirim” gibi cümlelerle sıraladı öfkesini…

Yaşlı kadın, şaşkındı: “Evladım ben sana Menemen’de ineceğim demedim ki sadece beni uyandır dedim.”

Hayatının büyük kısmını trende geçirmiş olan birinin karşılaşacağı senaryoları; ‘inecek’ veya ‘binecek’ olarak yorumlaması; sabit fikirlere ve otomatik düşüncelere güzel bir örnektir.

Kim bilir kaç kez kendi sabit fikirlerimizden ve otomatik düşüncelerimizden dolayı suçu başkasına yükleyip başkalarını suçladık.

Sloven Filozof Slavoj Zizek’in dediği gibi: ‘’Akıl sahibi insanlar olduğumuz kadar otomatızdır da. Kanıtlar yalnızca aklı ikna der; alışkanlık ise en sağlam ve en çok inanılan kanıtları sunar. Otomat alışkanlığın peşine düşer ve aklı da bilinçsizce kendisiyle birlikte götürür.

’’Bizler; ‘’olayları zihnimizde Photoshoplamaktan vazgeçip’’ olayları OLDUĞUMUZ gibi değil de OLDUĞU gibi yorumladığımızda, insani ilişkilerimizi sağlam bir zemine oturtmayı başarabilir ve bu kısır döngüden kurtulabiliriz.