İslam medeniyetinin batısıyla başladığımız yolculuğumuza, bu hafta doğusuyla devam ediyoruz.

Hz. Ömer döneminde başlayan fetih hareketleri sonucunda yavaş yavaş İslam havzası haline gelen bu bölgeler; İslam kültür ve ilim-bilim başkentlerine ev sahipliği yapan bir konuma yükselmesi ile beraber İslam’a altın çağlarından birini yaşatır hale gelmiştir.

Bilgiye aç olan bu bölge, İslam ile tanıştıktan sonra kendilerini ilme vermiş ve birçok ilim dalında otorite sahibi olmuş bilgin ve âlime ev sahipliği yapmıştır.

İslam ile yeni tanışmalarına rağmen kısa bir zamanda İslami ilimlere vakıf olmakla kalmamış, neredeyse İslami ilimlerde söz sahibi olmuşlardı. İslam medeniyetinin ilk kâğıt imalathanesinin Semerkant’ta kurulmasıyla, İslam beldelerine ilim aktarır hale gelmiş ve ilmin merkezlerinden biri haline gelmiştir…

Nasıl oldu da Medine’ye 3700 km. uzaklıkta olan bu bölgede Kur’an-ı Kerim’den sonra en muteber kitap sayılan Sahih-i Buhari yazılmıştı? Sadece hadis değil; Ehli Sünnet itikadının ana sütunlarından biri olan Maturidi ekolü de yine bu bölgede gelişmişti.

Günümüzde bile medreselerde kitapları okutulan Kelam ilminin iki büyük Allamesi olan Seyid Şerif Curcânî ve Sadeddin Teftâzânî gibi dâhilerin de bu bölgede yetişmiş olması, bu bölgenin İslam medeniyetindeki eşsiz konumunu bizlere göstermektedir.

Ebû Cafer Muhammed bin Mûsâ el-Hârizmî, Cebir ilmini geliştiriyor ve ‘Sıfır’ı buluyordu. Bu buluşun önemini Jacques C. Risler: “Hiçbir duyguya kapılmadan denilebilir ki “Sıfır”ın icadı insan cinsinin en büyük keşiflerinden biridir. Eski Yunanlılar ve fenni seviyelerine rağmen Romalılar henüz bir rakam sistemi keşfedememiştir. Avrupa rakam sistemini Müslümanlardan 350 sene sonra kullanabilmiştir.” diyerek özetliyordu.

Çocuk hastalıkları üzerine yazdığı eserlerde, bebeklerde havale ve dişlerin çıkması, ateşin bir hastalık olmadığını vücudun hastalığı atmaya çalışması sonucu olduğunu ortaya koyan, yeni doğan bebeklerin bakımı ve hastalıklarının tedavisi üzerine çalışmalar yapan, ayrıca ameliyatlarda ilk kez hayvan bağırsağı kullanan hekim Ebu Bekir Muhammed bin Zekeriya, yine İslam Medeniyetinin doğusunda yetişmiş bir bilgindi.

Kılcal damar sistemini ilk kez dünyaya tanıtan, Hipokrat’ın doğumla ilgili teorisini çürütüp bugünkü modern tıbbın da kabul ettiği görüşü ortaya koyan ve onun ortaya koyduğu insan anatomisi ve cerrahisini bilmeyenlerin hekim sayılmadığı bir makama ulaşan Ali bin Abbas bu bölgenin bilginlerindendi.

Kan dolaşımını Avrupalı bilginlerden üç asır önce izah eden İbni Nefis, yine bu bölgenin bilginlerindendi.

Dünyanın çapı ve eğimi hakkında günümüz hesaplamalarına en yakın tahmini yapan ve depremlerin yerin altında meydana gelen bazı olayların ve kayaç hareketlerinin sebep olduğunu öne sürerek ‘Jeodezi’ biliminin kurucusu Biruni, yine bu bölgede yetişmiştir.

İmam Müslim, Beyhaki, Nesai, Kuşeyri, Serahsi, Tirmizi, Nesefi, İbni Sina, Farabi, Fergani ve bunların yanında sayısız bilgin yetiştiren bu bölgenin İslam Medeniyetine “Altın Çağını” yaşatmasındaki katkısı inkâr edilemez.

Muhteşemliği tarih var oldukça anlatılacak olan bu ve daha nice zengin kültürel ve bilimsel mirasın sahipleri olan bizler açısından; durup düşünmek evresinden ziyade harekete geçme evresi omuzlarımıza yüklenmiş tarihi bir misyondur.

Bu misyon bizlere temel bir hedef sunmakla beraber bu hedefe varmak için istifade etmemiz gereken temel bir araç sunmaktadır. Bu araç “Okuma İradesini’’ gösterebilmektir.

Devamı gelecek…