İnşaat sektörü Türkiye`nin ekonomik büyümesinin lokomotif gücüdür. Artarak devam eden konut ihtiyacı, evlilik kurumunun devamlılığını, genç ve dinamik nüfusu ortaya koyuyor. Bu işin olumlu tarafıdır.  Ancak Türkiye`de inşaat sektörü farklı noktalara gidiyor. Bunu Peygamberin (sav) Cibril hadisi üzerinden ele almak gerekir.

“..Bana kıyametin alametlerinden haber ver" dedi. Peygamber (sav):

"Cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yükseltmekte birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir." buyurdu.

Burada dikkat çekici husus inşaat sektörünün ehil olmayan; felsefesi, sahih maksadı bulunmayan kimselerin kontrolüne geçmesidir. İslam`da kast sistemi yoktur. Elbette yalın ayaklıların, çobanların da zengin olma yolu açıktır. Bunda hiç anormal bir durum yoktur. Hadisin buyurduğu hususu “bu tabakadakilerin zenginleşmesi kıyameti getirir” diye anlamamak gerekir. Ancak bu anlayışın inşa ve bina sektörüne hakim olmasının sıkıntılarına dikkati çekilmektedir.

İnşaat beraberinde şehirleşmeyi ve zenginleşmeyi getirir. Ama İnşa ve imarın bir sosyolojisi vardır. Bunun için dikkat edilmesi gereken hayati noktalar söz konusudur,

-İnşaat ve bina sırf bir yaşam alanı değil aynı zamanda bir haya(t) alanıdır. Bu nedenle inşa mantığı asil ve gün görmüş bir mantıkla olmalıdır. Ari-çıplak olmak yoksulluktan kaynaklanıyorsa mesele anlaşılabilir.  Ama bu arilik-çıplaklık arsızlıktan kaynaklanıyorsa işte bu ciddi bir sorundur. Arsız şahsın biri diktiği binalarla avratları parayla alabileceğini söylüyor. İşte bu kıyametin alameti olur. Çünkü burada kaim etme, ayağa kaldırma yoktur, inşa ise hiç yoktur. Adam arsızlığını bina haline getiriyor. Binalarıyla arsızlık yapıyor. Bunun örnekleri çoktur.

-İnşa neşeden gelir. İnşa neşedir. Ama bunun için o inşanın o inşaatın temelinin değerli olması gerekir. Temelden değerleri olmayan inşaat sağlam yükselmez. Toplumun ailenin ve bireyin kıyametini getirir.

-Birbirlerine mücavir meskûn mahalde bir neşe hakim iken üst üste yükselen binalarda daima bir kasvet ve kapanıklık söz konusudur.

-Binaların uzunlamasına yükselmesi insanı değersizleştirir. Çünkü bu durum insanı bir daireye hasreder. Adı üstünde daire kuşatıcıdır. Genişlik duygusu vermez kuşatılma duygusu verir.

-Car, komşu demektir ve civar mefhumundan gelir. Civar da etraf ve çevre manasındadır. üst üste yükselen binalarda civar mefhumu yok olur. civarın yerini tabaka mefhumu alır.

-Uzunlamasına söz ve hareket hakaret olarak kabul edilir. Buna tatavul denir. Bu nedenle genişliğe ırz denilmiştir. Buna binaen ırz insanın namusudur. Mevcut inşa anlayışı genişlemesine değil uzunlamasınadır.

-Bina insan bünyesine uygun olmalıdır. İnsan bünyesi üst üste değil yan yana mücavir olmayı esas alır. Mücavirlik bir dizindir. Diziliştir. Diğeri ise bir yığılmadır.

-Üst üste yükselen yapılar civar mefhumunu yok ediyor. İnsanın yere olan temasını ve sahipliğini neredeyse sıfırlıyor. Otuz katlı bir binada bulunan bir dairenin arsa payı on metreyi geçmez.

-Koyun çobanının bina yapmaya soyunması kıyameti getirir. Neden? Çünkü birlikte yaşamak koyun sürüsü olmak değildir. Farkında ve bilincinde olmaktır. Mevcut inşaat anlayışı, birlikte yaşıyor olma dışında bir değer öngörmüyor. Koyun çobanı bir figürdür. Bir mantalitedir.

-Mimari ömürle alakalıdır. Eğer mimari tarz uzunlamasına ise insanın ömrü yatay açılımdan yayılmadan mahrum kalır. Direk gider.

İnşaat canlı olmalıdır. Bu sektör hayırlı bir sektördür. Bina etmek ideal bir durumdur. Ancak inşa ve binanın zihniyeti medeni bir zihniyet olmalıdır. Belirli bir maksada mebni olmalıdır. Yoksa sırf kâr amaçlı, kat sayısı ve metrekare hesabıyla inşa ve bina felsefesi olmaz. Böyle bir felsefenin yapacağı inşaat ne kadar görkemli görülse de o koyun çobanlarının inşaatıdır ve medeniyet getirmez. Korkarız ki Türkiye`deki inşaat sektörü böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadır.