Helal ve mubahların toplumda yaygınlık kazanması durumuna  “maruf” denir.

Haramların, mekruhların toplum tarafından çirkin ve tiksindirici bulunmasına da “münker” adı verilir.

Bir helal, bir mubah toplumda geniş şekilde uygulamaya konulduğunda “maruf” olma gücü en üst noktaya çıkar. Örneğin “kurban vecibesinin, bayram namazlarının” maruf olma katsayısı çok yüksektir.  Çünkü bunlar toplum içinde çok geniş bir uygulamaya sahiptir. Buna karşılık farz namazların “maruf olma” katsayısı bu seviyede değildir. Çünkü farz namazların kılınma oran ve hassasiyeti ile kurban kesme veya bayram namazlarını kılma oran ve hassasiyeti aynı değildir

Aynı şekilde haramların, mekruhların toplum içinde sahip oldukları “tiksinme katsayısı” onların toplumda “münker olma” derecesini, bunlardan uzak durma durumunu tayin eder.

Helal, mutlak olarak mubah ve meşru olandır. Haram ise bunun zıddıdır. Helalin toplum içindeki olumlu algısına “maruf”, haramın toplum içindeki olumsuz algısına da “münker” adı verilmektedir. Örneğin domuz eti, leş haramdır. Bunu herkes kabul eder. Domuz eti ve leş açısından münkerlik-tiksinti en üst seviyededir. Çünkü toplum domuz etini haram olarak gördüğü gibi aynı zamanda en son noktaya kadar bundan tiksinmektedir. Domuz etinin tiksinme kat sayısı çok yüksek olduğu için Müslüman toplumda bu haramın işlenme oranı en azdır.

Toplumumuzda haram ile helalin tavsifinde ciddi bir sorun yoktur. Toplumun büyük kısmı helali helal haramı haram olarak görür. Ancak helalin maruf olmasında, haramın münker olmasında ciddi sorunlar vardır. Yani insanlar haramı haram olarak kabul ediyor ama bunu münker olarak görmüyor yani bundan tiksinmiyor. Bu da yukarıdaki domuz örneğinde olduğu gibi insanların münker şeylerden uzak durmaları konusunda aynı duyarlılığı göstermelerine engel oluyor.

Haramın münker olabilmesi için toplumda “tiksindirici olma” özelliğini koruması gerekir. Eğer bir haram toplumda “tiksindirici olma” vasfını kaybederse orada münker olmaktan çıkar. Normal şartlarda haramlık ile münkerlik arasında tam bir uyum olmalıdır. Fakat maalesef haram-münker uyumunun bütün haramlar için aynı derecede olduğunu söyleyemeyiz. Örneğin faiz haramdır ama tiksinme kat sayısı çok düşüktür. İçki ve kumar haramdır ama tiksinme kat sayıları yüksek değildir. Bu da onların münker olarak algılanmalarına engel olmaktadır. Oysa bütün haramların tiksinme katsayısı haram olan domuz etinin kat sayısına yakın olmalıdır ki haram ve münker işler toplumda kanıksanıp sıradan bir iş haline gelmesin.

Her münkerin tiksindirici vasfı vardır. Bir toplumda bir münkerin kanıksanıp yaygınlık kazanması vasıf itibariyle onun “tiksindirici olma” özelliğini ortadan kaldırmaz. Sadece toplumun buna karşı pervasızlaşmasına yol açar. Bu nedenle böyle durumlarda evvela bunun tiksindirici özelliğinin bariz olması için çaba sarf etmek gerekir.

Münkerin “tiksindirici” vasfı onun devlet ve kanun zoruyla engellenmesine ihtiyaç bırakmayacak kadar çok önemli bir husustur. Bu hakikate rağmen Müslümanlar arasında münkerin sadece nehiy etmekle yani yasaklamakla biteceğine dair kuvvetli bir kanaat hâkimdir. Unutmamak gerekir ki nehiy, nihayetle bağlantılıdır.  Yani nehiy bir şeyi nihayete, sona erdirmelidir. Aksi takdirde kanun ve otorite gücüyle bununla sürekli mücadele etmek zordur.  Bu nedenle Allah cc haramların tiksindiriciliğine, münkerliğine dikkati çekmiştir. “Gıybeti, ölü kardeşinin etini yemeye”(Hucurat:12) benzetmesi bunlardan biridir. Çünkü hak Teâlâ toplumun, tiksinti uyandırmayan bir şeyden kaçınmasının zor olduğunu elbette biliyor. İçki ve kumarın “pislik olduğunu”(Maide:90) buyuruyor. Bu, bütün haramlarda böyledir. Bütün haramlar tiksindiricidir. İşte bu tiksindirciliğin hissedilmesi durumuna “münker” denilir.

“Nehyi anilmünker” sadece münkerden alıkoymak demek değildir. Bu aynı zamanda aklın, münker olan şeylerin “tiksindirici” olma vasfını kavramasını sağlamaktadır. Yani nehyi anilmünker net ve kesin olarak “tiksindiriciliği akıllara kabul ettirmek” manasına gelmektedir. Çünkü “nehiy-nuha”(taha:54) aynı zamanda “akıl” manasına gelir. Bu nedenle münkerin tiksindiriciliğinin, iğrençliğinin her zaman en üst noktada olması gerekir. Bu da işi hikmetle ele almayı gerektirir.

Eşyadaki ve davranışlardaki “tiksinme vaziyetini” mutlak olarak ancak doğru haber tayin eder. Yoksa hayır ve şer, maruf ve münker birbirine girerek her şey fesada uğrar. Daha önce toplumun şiddetle karşı çıktığı zina, fuhuş, hayâsızlık, faiz, kumar, içki, azgınlık gibi birçok husus bugün pervasızca göz önünde uygulanmakladır. Çünkü daha önce bunlardan duyulan tiksinti bugün duyulmamaktadır.