Hakikatin güneşi, âleme ışık veren güneş gibi doğudan doğar. Zülkarneyn doğuya varınca güneşin insanlar üzerinde engelsiz bir şekilde doğduğunu gördü(Kehf: 90). Batıya vardığında ise güneşin çamurun (maddenin, hararetin, nefsin) içinde battığını gördü(Kehf: 86). Doğuda güneş insanların üzerinde engelsiz bir şekilde ve doğrudan doğar. Batıda ise çamurun içinde kaybolur. Bu nedenle ruhaniyet, mana ve kıymet doğuya; madde, şekil ve fayda batıya hâkimdir.

Doğu (Şark) ve Batı (Garp) coğrafi yön ve yer isimlerinden başka, hakikate dair manalar içeren sembol ifadelerdir. Kelime olarak Garp (batı), aşırılığın son noktası, uğursuzluk, batış ve toz gibi manalara gelir. Buna mukabil kelime olarak doğu (şark) doğuş, umut, ülfet ve buna benzer anlamlara gelir.

İlginçtir ayet-i kerimede mağribin zıddı olarak “maşrık” geçmiyor, bunun yerine “matla-ı şems” geçiyor. Bu da sadece doğu anlamında değil, aynı zamanda güneşin ortaya çıkıp tamamlandığı yer manasındadır ve bu manasıyla “sonuç”  anlamına gelen “mahlasın” zıddıdır. Buna göre her yer doğu olabilir ama her yer güneşin matla-ı, mütalaa yeri yani güneşin tamamlanmış olduğu yer değildir. Bunun gibi her yer Batı olabilir ama her yer güneşin çamurdan göz, maddi yapı içinde battığı yer değildir.

Bu vasıflara haiz yerlerde güneş-hakikat mütalaa edilir. Burada hakikat güneşinin kalplere muttali olması söz konusudur. Burada hakikate karşı bir sütre yoktur. Bu nedenle burada dışarıda sıcak, içeride serin bir atmosfer vardır. Buna mukabil batıda güneşin önünde maddi bir âlem vardır. Bu nedenle burada dışarıda soğuk, içte hararetli bir atmosfer vardır. Burada güneşin-hakikatin mütalaası değil, maddenin hulasası vardır.

İbrahim (AS), Nemrut ile münazarada bulunurken ona şu şekilde meydan okudu: “Allah, güneşi doğudan getirir. Haydi! Sen onu batıdan getir de görelim” dedi. Bunun üzerine o kâfir şaşırıp kaldı. Çünkü Allah, zalim topluluğu hidayete erdirmez.”(Bakara: 258) Nemrut maddecidir, dünyevidir. Hakikatin batıda olduğuna inanır. Bu nedenle İbrahim (AS), güneşi batıdan getirmesini istedi. Bunun üzerine o kâfir şaşırıp kaldı. Çünkü biliyordu ki güneş ne maddi manada ne de hakikat manasında batıdan doğmaz.

Zülkarneyn`in izlediği coğrafi rotanın tam olarak neresi olduğu bilinmeyebilir. Ancak kelime manası itibariyle Avrupa`nın “güneşin battığı yer” buna mukabil Anadolu`nun-Anatolia, “güneşin doğduğu yer” manasına gelmesi tesadüf değildir. Hem bunun böyle olduğunun maddi ve manevi emareleri de net bir şekilde görülmeye başlandı.

Güneşin doğduğu ülkede ortalık aydınlanmaya başladı. Güneşin doğduğu coğrafyada Suriye`den, Mısır`dan, Kafkasya ve Balkanlardan, Kuzey ve Orta Afrika`dan gelen Müslümanlar güneşin doğduğu ülkeyi, İstanbul`u mesken tutmaya başladı. Bazıları bu göçlerden rahatsız olabilir ama hakikatte bunların her biri güneşin doğuşunu müjdeliyor. Buraya gelen hareket ve ilim ehli zatlarla konuştuğumuzda bize şunu söylüyorlar: “Biz eskiden sözde özgürlüğü temsil eden Avrupa başkentlerine giderek oralara yerleşirdik. Ama artık orada güneşin batmaya, burada ise doğmaya başladığını görüyoruz. Biz de Zülkarneyn`in yaptığı gibi sebepleri izleyerek güneşin doğmaya başladığı yere yöneliyoruz.”

Ruh ve mana yüklü, dinamizm yüklü bu hicretler güneşin doğduğu yere yeniden doğuşu getiriyor. Esasen güneşin doğduğu yer olan bu coğrafyaya yönelen dünya Müslümanları bunun için çok önemli bir sebep görüyor. Burada sebep, öze dair bağ ve rabıtadır. Sebep kopmadıkça ürün ve netice ortaya çıkmaya devam eder. Bu coğrafyayı sebeplerinden koparmaya çalışarak onu ipi kopuk yapmaya çalışanlar bunu başaramamışlardır.

Geçen hafta davetli olarak İstanbul Aksaray`da Senegallilerin düzenlediği bir etkinliğe katıldık. Gördüklerimiz karşısında hayrete kapıldık. İstanbul`da seyyar satıcılık yapan beş yüz kadar Senegalli Müslüman genç, ta Senegal`den kendilerini ziyarete gelen Mürit Tarikatı`nın şeyhi onuruna böyle bir etkinlik gerçekleştiriyordu. Meğer bütün bu gençler Fransız sömürgeciliğine karşı cihad eden, Senegal`de ve Batı Afrika`da İslam`ın büyük bir güç olmasını sağlayan Şeyh Ahmet Bamba hazretlerinin tarikatına mensupmuş. Üstelik İstanbul`da “Kenzül Mühtedin-Hidayete Erenlerin Hazinesi” isminde bir dernek kurmuşlar. İslam`ın azametini, ümmet olmanın izzet ve lezzetini, İslam uhuvvetinin hazzını doyasıya tattık. Çok az Arapça ve Türkçe biliyorlardı. Ama yine de anlaştık. Çünkü burada diyaloglar diller arasında değil, kalpler arasındaydı. Yaptığımız kısa konuşmayı kendilerine has bir üslupla ve büyük bir coşkuyla alkışladılar.

Evet, buraya güneş doğmaya başladı. Doğuda yükselen Hür Dava Partisi`nin güneşi de bu güneşin yansımasıdır. Elhasıl, Zülkarneyn`in izlediği sebep burayı işaret ediyorsa netice de muhakkak buradadır.

Hakikat güneşi ile arasındaki engelleri kaldıranlara selam olsun!