Allah (C.C), onlar onu uzak, biz ise onu yakın görürüz”(Mearic:6-7) buyurur. Uzaklık(buud) ve yakınlık(kurb) birbirinin zıddıdır.

Yakını uzak görmek, zihnindeki uzaklık telakkisi, dünya hayatında insan için çok ciddi bir sorundur. Uzaklık algısının siyasi, toplumsal, tarihi ve coğrafi birçok olumsuz sonucu vardır. İnsan için uzaklık algısı birçok engele yol açtığından İslam, bu algıyı ortadan kaldırmaya yönelik hükümler ortaya koymuştur.

Uzaklık algısı, insanı geçmişe karşı cahil, geleceğe karşı gafil, şahıslara karşı vefasız yapar. Buna bağlı olarak uzaklık algısı, siyasi ve iktisadi alanda da sağlıklı ve isabetli pozisyonların belirlenmesinde büyük bir engel teşkil etmektedir.

İnsan, uzaklık algısına ne kadar sahip olursa o kadar hakikatten uzak olur. Hatta imanın bir tarifi de “uzaklık algısından kurtulmaktır” şeklinde yapılabilir. Çünkü insan uzak gördüğü şeyi, uzak bildiği hususu gayb kategorisinde algılayarak buna karşı gerçeklik duygusunu yitirir. Bu da insanı vehme ve şaşkınlığa sürükler. En sonunda da uzaklık algısı insanı şirke götürür, “Biz onlara ancak bizi Allah yaklaştırsınlar diye taparız”(Zümer:3) ayeti bunun delilidir. Oysa Allah (C.C), “Muhakkak ki ben yakınım”(Bakara:186) buyurur. Burada açık şekilde uzaklık algısının insanı getirdiği nokta ortaya konulmaktadır. 

Uzaklık algısı, geçmişe-tarihe karşı cehalet ve nisyan şeklinde kendisini gösterir. Aynı şekilde içinde bulunduğu ana karşı insanı şartlara mahkûm olarak durumu kabullenmesine sebep olur. Örneğin çoğu insan var olan fiili durumun çok uzun süre devam edeceği vehmine kapılır. Uzaklık algısı bazen insanı öyle bir etkiler ki adeta ona zindan hükmünde olur. Nitekim cezaevi felsefesi de uzaklık algısını esas alır. Eğer insanda uzaklık algısı olmasaydı cezaevi bu özelliğine sahip olamazdı.

İnsanın uzaklık algısı geleceğe dair gaflet, şahıslara karşı vefasızlık şeklinde tezahür eder. Örneğin insan tehlikeyi, hesabı, ölümü v.s uzak gördükçe bunlara karşı duyarsız ve gafil olur. Yine uzaklık algısı insanın dostlarına ve yakınlarına karşı vefasız ve sorumsuz olmasına yol açar. Oysa insana yakın olanlara akraba denilmiştir ki bunları uzak görmesin, bunlara karşı sorumluluğunu yerine getirsin, onlara vefasını göstersin.

Uzaklık boyutu insan için siyasi ve ekonomik alanlarda da ciddi hesap hatalarına yol açar. Siyasette ve ekonomide hatalı pozisyonlara sebep olur. Bu nedenle uzağa karşı basireti açık olana “uzak görüşlü” denilir. Faize dayalı mali rejimlerde de uzaklık algısının etkisine dikkati çekmek gerekir. Çünkü paranın elden çıkmasından sonra tekrar geri gelmesi uzak bir müddet ve ihtimal olarak algılandığı için faizle sözde bu duruma bir tedbir getirilmiştir.

Uzaklık algısı, her açıdan insana zarardır. Her alanda bunun menfi ve hatta öldürücü sonuçlarını müşahede etmek mümkündür. Uzaklık mefhumunun bu menfi sonuçlarından dolayı “ölüme ve helak olmaya” “buud-uzaklık” denilmiştir. Çünkü uzaklık algısından dolayı insan, ölen kimseyi çok uzak görür. Nitekim cahiller, “bu dönüş pek uzak bir ihtimaldir”(Kâf:3) diyerek Ahireti inkâr etmiştir. 

Uzaklık algısı imana muhaliftir. İnsanın maddi şartlara itimat etmesine yol açtığı için tevekkülü unutturur. Bir adım sonra da insanı şirke düşürür. Dünya hayatında da insanı gaflete ve karamsarlığa sürükler.

Müslümanlar uzaklık boyutunu aşarak Allah`ın yardımını pek yakın görmelidir. Onlar için asla uzaklık mefhumu olmamalıdır. Stratejik derinlik zamanda ve zeminde uzaklık boyutunu aşmaktır. Bunu yapabilen fert cemaat devlet, uzak görüşlülüğe isabetli kararlara doğru duruşlara sahip olur. İnsana birey olarak da bunu aştığında hayatında doğru tercih ve tespitlerde bulunur.

Cahiller yakını uzak görür. İçinde bulundukları ana mahkûmdurlar. “Önlerinde ve arkalarında bir set vardır” ayeti bunun ifadesidir. Ayrıca, “cahiller uzak bir sapkınlık ve şaşkınlık içindedir” (Kâf:27) buyrulur. Bu nedenle tarihten ders çıkarmaz, geleceğe dair doğru ve isabetli öngörülerde bulunmazlar.  Yakınlarına karşı bile yeri gelir duyarsızdırlar, hiçbir kutsal bağa dikkat etmezler.

Kafirlere ve zalimlere karşı bizim en büyük üstünlüklerimizden birisi de bizim uzaklık algısına sahip olmamamızdır. Buna mukabil onların en büyük zaaflarından birisi de onların bu algıya sahip olmalarıdır. Çünkü bu durum bizi sürekli azimli, ümitli, sabırlı ve uzak görüşlü yaparken onları ise gafil, cahil ve basiretsiz yapar. Kısaca bu, bizden başka kimsenin sahip olmadığı bizim, “stratejik algımızdır.” Üstelik bu, sadece devletlerin değil, ferdinden cemaatine, müridinden şeyhine, talebesinden üstadına işçisinden patronuna, siyasetçisinden aydınına kısaca herkesin göreceli olarak istifade edebileceği bir stratejidir.

İmanı ve ameliyle uzaklık mefhumunu yıkan Müslümanlara selam olsun.