“Müminlerin hepsinin birden topyekûn savaşa katılmaları uygun değildir. Her kabileden bir kısım insanlar da din ilimlerinde derinleşmelidir.”(Tevbe: 122) Ayette, “Fıkıh” ile “Nefret” kelimeleri karşılıklı olarak geçmektedir. İlginçtir anlam olarak bu iki kelime nerdeyse birbirinin zıddıdır. Ancak buna rağmen ikisi de Müslümanların vecibeleridir.

Bir konuyu gereği gibi ve ruhuyla anlayıp kavramaya “fıkıh”; dağılıp gitmeye, savaşa, bir şeyden uzaklaşmaya veya ondan ürkmeye ise “nefret” denilmektedir. Görüldüğü üzere fıkıh ve nefret birbirine uzak ve hemen hemen zıt manalar taşırlar. Lakin buna rağmen Kur`an-ı Kerim, Müslümanların vecibeleri olarak ikisini de hükme bağlamıştır. Burada Fıkıh, genel olarak İslam hukuku, onun hüküm(Şeriat) ve hikmetlerini ele alır. Buna mukabil burada Nefret, Müslümanların kâfirlere karşı yaptıkları savaştır. Askeri müfreze veya topluluk manasındaki nefer de bununla aynı köktendir.

Kur`an-ı Kerim`de çoğunlukla kâfirlere karşı yapılan savaşa “cihat” denildiği halde burada bu eylem “nefret” ismiyle geçmektedir. Burada bu eylemin özellikle bu isimle geçmesi, onun yol açması muhtemel yan etkilere dikkat çekmek içindir. Farklı bazı çağrışımlara ve algılara yol açma ihtimaline binaen de burada fıkıh kavramıyla dengelenmiştir. Gerçekten savaşın genel olarak nefrete yol açan bir boyutu vardır. İslam düşmanlarını sindiren ve caydıran bir özelliği olmasına rağmen öte yandan savaşın insanlar üzerinde oluşturduğu ürkme, dağılma ve çekilme yani nefret gibi ciddi yan etkileri de olabilir. İşte bu nedenle İslam, savaşın ve silahın yol açabileceği bu tür komplikasyonlara karşı fıkhın öğrenilmesinin ve tatbikata esas alınmasının hayati bir önem arz ettiğini bildirmiştir.

Ayette buyrulan “Fıkıh” ve “Nefret” dengesi birbirinden ayrılamaz. Bu, aynı zamanda İslam idare nizamına ve askerin idare içindeki yerine dair bir hükümdür. Buna göre İslam idaresi, muhakkak fıkha yani ilim ve hikmete dolayısıyla sivil idareye dayanır. Çünkü askerin heybeti ve nefret ettirici, ürkütücü ve uzaklaştırıcı bir özelliği vardır. Bu nedenle İslam, kesinlikle toplumunun ve idaresinin tamamen askeri ve militarist bir yapıya dönüşmesini kabul etmez. Fıkıh, güç sultanını hikmet sultanıyla dengeleyerek gücün ve otoritenin sıkıcı ve nefret edici yönünü nötralize eder. Fıkhın konumu ve gücü sabittir. Silah ve askeri yapı muhakkak surette buna bağlıdır. Bu nedenle Ayette “dönüp gelmek” durumu askerler-neferler için kullanılır. Yani ne olursa olsun askeri yapı fıkıh merciine bağlı olarak hareket eder ve eninde sonunda dönüp ona gelir, ona hesap verir. Talim ve terbiyesini ondan alır. Aksi takdirde İslam idaresi, neferlerin-askerlerin inisiyatifinde olur. Bu da toplumun nefretine yol açar. Çünkü neferlerin yönetimi kaçınılmaz bir şekilde nefrete yol açar.

“Deki: Hakikat cinlerden neferlerin Kur`ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur`ân dinledik.”(Cin: 1) Cinlerin neferleri, güçlü ve donanımlıdır. İslam neferlerinin savaş meydanlarında onlarla çarpışması vaki değildir. Fakat buna rağmen cinlerin neferleri imana gelmiştir. Bunu sağlayan İslam`ın nefer(asker) yönü değil, Fıkıh yönüdür. Demek ki Fıkıh, hızlı ve gizli hareketleriyle, nefretleriyle maruf cinleri bile etkileyerek yola getirir. Oysa Cinlerin neferlerin gücüyle bu şekilde yola gelmesi söz konusu değildir. Burada “her türlü gizli güçleri, istihbarat örgütlerini” “cin” mefhumuna dâhil edebiliriz. Çünkü bunlar da görünmez bir şekilde hareket etmektedirler. Demek ki hızlı, gizli ve gizemli güçleri hidayete getirecek olan öncelikle İslam`ın fıkıh gücüdür.

Elhasıl, Müslümanlar nefreti fıkıhla dengelemelidir. Fıkıhtan mahrum olarak insanlara İslam`ın hükümlerini(Şeriat) otoriteyle tatbik ederken insanların nefretine sebep olanlar öncelikle kendilerini suçlasınlar. Çünkü belki de yaptıkları buna doğrudan sebep olmaktadır.

Hür Dava partisinin Suriye`de, Rojava bölgesinde İslam`ın neferleri(Nusra) ile halklarının neferleri(PYD) olduklarını iddia eden iki taraf arasında arabulucu teklifinde bulunması bu usul ve esas çerçevesinde değerlendirilmelidir. Gerçekten mesele, Fıkıh ile nefret meselesidir. Fıkıh ile nefer olma arasındaki dengeye riayet etmemek, Ümmetin evladı içinde daima sorunlara sebep oluyor. Nefretin hamaseti kadar herkes, Fıkhın ruhunu da kavramalıdır. Hür Dava Partisi`nin geldiği gelenek bu anlamda iyi bir tecrübeye sahiptir. Nefreti fıkıhla dengeleyecek, fıkhı neferleriyle müdafaa edecek bir sistem Ümmet içindeki her türlü sorunu çözmeye fazlasıyla kadirdir. Belki de bu deneyim daha büyük sorunların çözümüne de emsal teşkil edecektir. Buradaki girişim sonuca ulaşsın ulaşmasın “Fıkıh-Nefret” konusu, usul ve esasa dair bilinmesi ve takip edilmesi gereken önemli bir konudur.

Nefreti Fıkıhla dengeleyen, Fıkhı neferleriyle savunan Müslümanlara selam olsun!