Herkesin bildiği “Kabak tadı vermek” deyimi vardır.
“Kabak tadı” deyimi: Bıktırmak, tatsız olmaya başlamak, usanç vermek’ anlamında kullanılmaktadır.
Hani kabak bir bitkidir. Şeklini, yemeğini herkes bilir. Tatlısı da vardır.
“Kabak tadı vermek” deyiminden anlaşılacağı üzere kabak, çok sevilen tercih edilen bir tür değildir.
Hz. Yunus’un da sembol bitkisidir kabak. Balık onu sahile atınca üzerinde kabak türü-yaktin bir bitki yetiştirildi-Ayet.
Hz. Muhammedin-sav- kabak yemeğini beğendiği konusunda yaygın rivayetler vardır.
Müslümanlar bu nedenle kabağa bir tür saygı da duyarlar; ama doğrusunu söylemek gerekirse kabak yemeklerini pek beğendikleri söylenemez.
Kabak damak zevkine hitap etmez. Çünkü yağ oranı düşüktür ve tadı da kekremsidir.
Buna rağmen Kur’an’da kabak Hz. Yunus’un bitkisi olarak geçer. Ayrıca Peygamberin-sav- onu beğendiği biliniyor.
Çünkü kabak şekil ve tat itibariyle dünyanın gerçek yüzünü temsil ediyor. Peygamberin kabağı beğenmesi damak zevkinin ötesinde bir mana ve mesaj taşıyor.
Kabak üzerinden dünyanın “kabak tadına” bir atıf, bir yollama vardır.
Bu nedenle Kur’an’da Karia suresi vardır. “Karia’nın ne olduğunu bilir misin” Karia-3. Normalde kabak göz önüne getirildiğinde mesaj somut olarak anlaşılır. Ama herkes kabağı sevmez. Kabak tadından hoşlanmaz.
Oysa Karia da kabak ile bağlantılıdır. Çünkü Karia, “takke düştü kel göründü” misali yeryüzünü kabağa çevirir. Yeryüzünün gerçek yüzünü kabak gibi ortaya çıkarır. Ona Karia denilmesinin bir sebebi de budur.
İşte insanlar dünyanın kabak gibi olduğunu kabullenmediğinde Hak Teâlâ bir düzeltme hareketiyle bunu insanlara gösterir. Hastalıklar, kuraklık, krizler, karamsarlık duygusu, tatsızlık, hâsılı kabak tadı insanlara yaşatılır ve insanlar bu şekilde kabağa talim eder. Öyle ki her şey onlara kabak tadı vermeye başlar. Yedikleri yapıp ettikleri her şey onlara bu tadı verir. Tekrara düştükleri hissine kapılırlar. Her şeyden usanırlar. Şevkleri, iştahları hatta şehvetleri onlara kabak tadı vermeye başlar.
Yunus peygamber dünyadan firar edince Hak Teâlâ ona kabağı yeşerterek tekrar yeryüzüne geri getirdi ki sabretsin buna göre davransın.
Hz. Muhammed-sav- kabağı beğendiğini gösterdi ki bu hakikatin mesajını versin.
Ama insanlar tuttular kabağın faydalarını sıralamaya. İyi tabi ki kabağın faydaları çoktur. Ama bu faydalar kabağın kabak tadı vermesine engel olmuyor. İnsanlar yine de “kabak tadı vermek” tabirini kullanmaya devam ediyor.
Ve gün gelir dünya kabak tadı vermeye başlar. Sadece darda sıkıntıda olanlar, hastalıktan mustarip kimseler için değil bilhassa imkânı olanlar için kabak tadı vermeye başlar.
Sonra bundan kurtulmak için türlü çareler ararlar. Güvenli yerler ararlar ama dünya bir kere kabak tadı verdi mi bundan kaçış yok.
Önce şööyle bir güzel kabağa talim edeceksiniz. Kim bilir ki belki de virüsün, bir sürü hastalığın, derdin devası kabaktır. Önce kabak tadını almaya hazır olmaktır.
Kabağın olmadığı, her anın farklı bir haz ve tatla geçirildiği bir dünya yoktur. Yok öyle bir dünya…
Ve dünya kabak tadı vermeye başladı. İslam alemi, Doğu-Batı, Avrasyacılık, Batıcılık, Amerika, Avrupa, Çin, Güç mücadeleleri, Sistemlerin çöküşüne dair edebiyatlar, kehanetler, stratejiler, komplolar, kripto paralar, kabak gibi kel olanların saç ekmesi, burun estetiği ameliyatları, botoks falan filan hepsi kabak tadı vermeye başladı.
Peki, çare nedir?
Önce “takke düştü kel göründü” denilecek, sonra bir güzel kabak tadına talim edilecek, ondan sonra yeni tatlar hazlar sistemler fanteziler hobiler ortaya çıkacak.
Tabi bir süre daha öyle gider sonra dünya yine kabak tadı verecek, bu döngü Allah’ın dilediği vakte kadar öyle sürüp gidecek.
Takke düştü kel göründü, haydi kabak tadına talim etmeye…