Tehlike algısı insanı hemen harekete geçirir. İnsan tehlikeyi sezdiği anda kendini korumaya alır.

Ancak insanın tehlike algısı yakın ve somut etkilere bağlıdır.

Uzak ve soyut tehlike algılarını insan pek önemsemez.

Hak Teâlâ zaman zaman somut şeylerle insana tehlike algısını yaşatır.

Doğal afet, salgın hastalık, deprem, ekonomik ve sosyal krizler bu manada insan için somut tehlikelerdir.

Ve insanların geneli tehlike anında Rabbe-Tanrıya yönelir.

Allah, insanları kendi(si)ne getirmekten aciz değildir, zaten insanlar ölünce Allah’a rücû ederler, O’na dönerler. Allah insanlara ölüme kadar zaten mühlet verir, Allah halimdir, sabırlıdır.

Ama Hakk’ın asıl istediği insanların kendilerine gelmeleridir. Çünkü hayattaki imtihan dengesi bunu gerektirir.

Ama insanlar her şeye rağmen bir türü kendilerine gelmezler.

Oysa asıl olan insanın kendisine gelmesidir. Çünkü “kendisi” demek “kendi+özü” kelimelerinin kaynaşmasıdır.

Fakat maalesef insanlar içlerine, evlerine kapanır; ama yine de kendilerine gelemeyebilirler. Çünkü içlerine kapanırken sadece dışarıdan gelebilecek tehlikelerden korunmak için bunu yaparlar. İçten gelecek hakikate kapıyı açmazlar, bir türlü o iç perdeyi kaldırmazlar. 

Kur’an’da HİCR ASHABI var. Bunları anlatan HİCR SURESİ vardır.

Hicr, akıl demektir. Ama aynı zamanda Hicr, karantina demektir. Çünkü akıl, insanı tehlikelerden korur. Tehlikelere karşı tedbir almasını telkin eder.

Hicr 15. suredir ve bir anlamı da karantinadır. Neden? Çünkü “Hicr Ashabı” namı diğer “Karantina Ahalisi” “Ayetleri, delilleri inkar edip yüz çeviriyorlardı. Dağlardan kayalar içinde evler yontarak kendilerini güvene aldıklarını düşünüyorlardı.”(Hicr:81-82). Onlar Hz. Nuh’un oğlu gibi hep dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumacı oldular, içlerine kapandılar. “Tehlike benden uzak olursa kurtulurum” hesabı yaptılar. Bir türlü içe kulak vermediler. Kendilerine gelmediler. Bu nedenle “Onları sabahleyin korkunç bir çığlık yakaladı” (Hicr: 83). Oysa kendilerine kulak verseler, sağduyunun, hikmetin, vicdanın sesini duyacaklardı; ama onlar bunun yerine içlerine kapanmayı seçtiler. Korumacı oldular. Kendilerine gelemediler, söz dinlemediler. Söz işitmedikleri ve dinlemedikleri için bu, onlara korkunç bir ses ve çığlık olarak yansıdı. Oysa kendilerine gelselerdi onun bir çığlık olmadığını, çok latif, çok hoş çok hikmetli bir söz olduğunu, Hakk’ın mesajı olduğunu anlayacaklardı.

Ama onlar karantinada sadece dışarıyı hesap ettiler. Kendilerini dışa kapattıkları gibi içe de kapattılar ve sonuç olarak “Kazanmakta oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı def etmedi.” (Hicr: 84)

İşte “bize mülteci gelmesin, biz güvendeyiz, biz rahatız, kapıları kapatalım, kimin ne hali varsa umurumuzda değildir…” diyen anlayış da böyledir.

Bir de başka türlü HİCR yani KARANTİNA sahibi kimseler vardır;

1 - Andolsun fecre.

2 - On geceye

3 - Çifte ve teke.

4 - Gitmekte olan geceye.

5 - Bunlarda hicr-akıl sahibi kimseler için bir kısmet var değil mi?(Fecir: 1-5)

Bunlar da karantina sahibidir. Ancak bunlar fecrin sökeceğine, şafağın atacağına inanırlar. Gecenin kesif karanlığının dağılacağına inanırlar. Bunlar içlerine kapanmış değildir. İçten içe gelen sesi duyarlar da kendilerine gelirler.

İşte böyle iki Hicr, iki karantina vardır. Bazıları içe kapanır; ama kendilerine gelmezler bazıları da kendilerine gelirler. Ve bu sondakiler her türlü tehlikeyi atlatırlar. Ama diğerleri için durum ciddidir.

Ve bugün devletler, milletler, toplumlar, bireyler… Bütün dünya Hicr ehli oldu, içine kapandı. Küreselleşen dünyada sınırlar ev oldu, evler sınır oldu. Bu içe kapanma bir kendine gelişi sağlar mı bekleyip görelim…

Ha bu arada Kur’an’a tarihselci yaklaşan zevata da bir ses verelim, umarım bu onlara bir çığlık olmaz. Hani Kur’an’da her kıssa tarihte kalmıştı. Acaba bunlar şimdi “Hicr ehli-karantina ahalisi” olmadılar mı?

Oldular olmasına ama hangisi? Bunu da bekleyip göreceğiz…

Elhasıl, karantina kendi(si)ne gelmek içindir, içe kapanmak için değildir

Bizden söylemesi…