İşgal rejiminin, 100 günü aşkın bir süredir Gazze'de yaptığı soykırıma dünya sessiz kalmaya devam ediyor. 25 bini aşkın insanın şehid edildiği, binlerce insanın aç ve susuz bir şekilde dondurucu soğukta, açık hava hapishanesi olan Gazze'de ölüme terk edilmesini uluslarası kamuoyu sadece izlemekte yetiniyor.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslarası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berdal Aral, konuyla ilgili İLKHA muhabirine konuştu.
"Gazze'de uzun bir süredir gözümüzün önünde sürekli bir soykırım yaşanıyor"
İşgal rejiminin Filistin'de saldırılara başladığı andan itibaren bölgede ciddi bir katliam yapacağı mesajını verdiğini belirten Aral, "Sık sık israil'li yetkililer 'Gazze'yi dümdüz edeceğiz. Bizim için masum insan yoktur buradaki insanlar HAMAS'ı destekliyorlar onlar masum' söylemlerini çok kullandı. Hatta oradaki insanları insan olarak görmediklerini itiraf ettiler. Baştan hedef belliydi; nitekim bunu açık açık söylediler. Gazze'de uzun bir süredir gözümüzün önünde sürekli bir soykırım yaşanıyor. Eskiden soykırımlar yaşandığı zaman en azından soykırımcılar bunu açık açık söylemezlerdi; gizlerllerdi, birtakım kumpaslar yaparlardı ama şu anda bütün israil'li yetkililer hatta muhalefet ve halkın çok büyük çoğunluğu Gazze'nin dümdüz edilmesi ve halkın katledilmesini, masum insanların da katledilmesini istiyor ve desteklemeye devam ediyorlar. Birtakım protestolar var israil'de. Ama bunlar daha çok esirlerin geri getirmesi için, yani onları savaş karşıtı olarak görmek çok abartılı olur bence. Burada bir masumiyetini söz etmek mümkün değildir." dedi.
"BMGK bu bağlamda işlevselliğini çoktan yitirmiş durumdadır"
Uluslararası toplumun bütün katliamları bilmesine rağmen bölgeye yönelik hiçbir müdahalede bulunmadığına dikkat çeken Aral, "Aslında doğru işleyen bir uluslararası sistemi olsaydı, bugüne kadar Güvenlik Konseyi'nin devreye girmesi gerekirdi. Nasıl ki 1990'da Irak Kuveyt'i işgal ettiği zaman, bütün BM'deki mekanizmalar devreye girdiyse; Irak'a derhal geri çekilme çağrısı yapılması sonrasında ekonomik, siyasi, diplomatik, askeri yaptırımlar ve en son Irak'a yönelik olarak askeri zorlama tedbiri yani savaş yetkisi birtakım ülkelere verildi. Bu ülkeler Irak'ın Kuveyt'ten çekilmesini sağladılar. Son soykırım sürecinin başlamasından birkaç gün sonra bunun gündeme gelmesi gerekmekteydi fakat ne yazık ki Güvenlik Konseyi çalışmıyor. Birkaç hafta önce ateşkes çağrısı yapıldı. Bütün devletler aşağı yukarı destekledi fakat ABD ateşkese karşı çıktığını açık açık ilan ederek veto yetkisini kullandı. Gerel Kurul'un ateşkes konusunda aldığı karar var; insani ve normal ateşkes kararı var fakat şöyle bir problem var. Genel Kurul'un aldığı kararlar bağlayıcı değildir. Şöyle bir soru da sorulabilir; Güvenlik Konseyi diyelim ki israil'e yönelik olarak birtakım askeri güç kullanım veya geri çekilme kararı aldığını varsayalım israil bölgeden çekilecek mi? ABD hadi Güvenlik Konseyi'nde böyle bir kararı desteklese bile muhtemelen kapalı kapılar ardında yine israil'le birlikte bir şekilde bu sürece devam ettirmeye çalışacaklar. Biz bu süreçte şunu gördük. Uluslararası hukuk sistemi özellikle güç kullanımı konusunda maalesef işlemiyor. BM sistemi Güvenlik Konseyi bağlamında işlevselliğini çoktan yitirmiş durumdadır. Aslında uluslararası hukuk bu tür durumlarda büyük ölçüde batılı devletlerin menfaatlerini koruma amaçlıdır. Eğer mağdur batı dışında bir topluluksa; Afrikalılar, Asyalılar olabilir fark etmez o zaman uluslararası devreye girmiyor. Bilindiği gibi 1990'larda Ruanda da bir soykırım yaşanmıştı. Buna karşı uluslararası toplumda yine sessizlik olmuştu. 90'lı yıllarda Müslümanlara karşı Bosna Soykırımı'nı düşünün bunada büyük ölçüde kayıtsız kaldılar. En son Sbrebrenista'da bir soykırım yaşanınca artık uluslarası toplumun ve kendi halklarının tepkisini dikkate alarak NATO ülkelerinin operasyonları söz konusu oldu."diye belirtti.
Küresel Güvenlikten Küresel Tahakküme!
Artık küresel sistemin işlevselliğini büyük ölçüde yitirdiğine vurgu yapan Aral, "Bir mağduriyet söz konusu olduğu zaman; savaş, işgal, insanlık suçları, soykırım gibi büyük suçlar söz konusu olduğu zaman küresek sistem devreye girmiyor ne yazık ki. Soğuk savaştan sonra Güvenlik Konseyi'nin yaptığı ya da askeri güç kullanımı meselesi gündeme geldiği zaman, bunların büyük çoğunluğu İslam dünyası ile ilgili olmuştur. Bunların büyük çoğunluğu benim görüşüme göre İslam dünyasına büyük zarar vermiştir. Yazdığım kitaplardan birisinde 'Küresel Güvenlikten Küresel Tahakküme' başlığını koydum. Çünkü artık İslam dünyasında güvenlik sağlanmıyor. BM Güvenlik Konseyi bir bakıma İslam dünyasını pasifize etmek ve İslam dünyasında filizlenen bir takım direniş odaklarını büyük ölçüde çökertmek amacıyla işlevini yerine getirmeye çalışıyor. İslam dünyasının menfaatlerini, çıkarlarını, geleceğini tehdit eden bir yapıdan bahsediyoruz."değerlendirmesinde bulundu.
"İslam İşbirliği Teşkilatı'nın uluslararası topluma çağrı yapması utanç vericidir"
Bu süreçte hem İslam İşbirliği Teşkliatı hem de D-8'lerin kararlarının bağlayıcı olmasını sağlamak olduğu ifadelerini kullanan Aral, "Kararları uygulamaya yönelik herhangi bir mekanizma yok. Bu yapılar yaptırım ne yazık ki yaptırım mekanizmasını da öngörmüyor. Bunun dışında hem İİT hemde D-8'ler bünyesinde oluşturulan kurumlar, organlar çok yetkisiz ve bunlar büyük ölçüde üye devletlere bağlıdırlar. Bunun dışında kararlar oy birliği ile ya da daha konsensus ile alınıyor. Bakıyorsunuz Avrupa Birliği'ne, Bakanlar Konseyi aldığı kararların büyük çoğunluğunu nitelikli oy çokluğu ile alıyor. İİT ne yazık ki en tembel, zayıf ve isteksiz ülkelerin güdümünde çünkü herkesi ikna etmeye çalışıyorlar. Herkesi ikna etmeye çalışırsanız o zaman zaten yol almanız mümkün değildir. Güçlendirmek, değiştirmek ve dönüştürmek zorundasınız. Mesela niye İslam İşbirlği Teşkilatı'nın kendi bütçesi olmasın? Bakıyorsunuz üye devletlere bağımlı durumda. Bu durum D-8'ler içinde çok öenmlidir. D-8; İslam dünyasının öne çıkan 8 tane önemli devletidir. Nüfusu yüksek ve ekonomik gücü ola ülkelerdir bunlar. Bu ülkeler İslam dünyasının yüzde 60'ını oluşturuyorlar. Böyle bir mekanizma inanılmaz bir imkandır bizim açımızdan ve bu ülkeler bir araya gelerek ortak yapılar kursalar gerçekten dünya sistemi çok ciddi bir dönüşüm geçirebilir. Unutmayalım ki D-8'lerde yükselen güçler de var mesela Endonezya, Türkiye bunlardan bir tanesi. Nijerya'ya bakıyorsunuz çok büyük nüfusu olan Afrika'nın en önemli ülkelerinden bir tanesi. Bangladeş, Pakistan Güney Asya'da çok önemli ülkelerdir. İran zaten askeri gücü çok yüksek olan ve İslam dünyası için önemli olan ülkedir. Bütün bu gerçekleri yok sayarak İslam İşbirliği Teşkilatı'nın aldığı kararlar sadece kınama noktasına gelmesi ve bu durumun ötesinde mesela uluslararası topluma çağrı yapması utanç verici bir şeydir bence. Uluslararası toplum sen değilsen, kim o zaman? Uluslarası toplum en başta İslam Alemi'nin kendisidir zaten. Sen kendini özne olarak görmüyorsan kimse seni özne olarak görmez. O yüzden dünyayı değiştirmek zorundayız. Önce kendi zihniyetimizİ değiştirmekle yola çıkmamız gerekiyor.
"Birimiz, hepimiz; hepimiz, birimiz içindir"
İslam dünyası entegre olarak her anlamda bütünleşmek zorunda olduğunun altını çizen Aral, "Birimiz, hepimiz; hepimiz, birimiz içindir. Karşımızdaki güçler bizi ayırmıyorlar aslında hepimizi imha etmek istiyorlar, güçten düşürmek ve pasif etmek istiyorlar. Bizi emperyalist sömürgeciliğin mağduru haline getirmek istiyorlar. Şunu söyleyeyim eğer biz Filistin sorununu çözemezsek ki bugüne kadar çözemedik; İslam dünyasının Filistinleşmesi kaçınılmaz bir hale gelecektir, geldi de zaten. Şu anda İslam dünyasına her tarafında akan kanlara bakın. Yani kendi ayağı üzerinde duran, istikrarlı, halkın iradesini yanıstan kaç tane Müslüman ülke var? Nereye baksanız kan, askeri darbe rejimleri, zulüm, işgaller, dayatmalar, ekonomik sömürü... Bunu aşmak zorundayız. Bunu aşmanın yolu da birlikten geçiyor." ifadelerini kullandı. (İLKHA)