Dışişleri Bakanı Davutoğlu, New York’taki Grand Hyatt Hotel’de gerçekleştirilen Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler (AİGK/CICA) 2. Gayri resmi Dışişleri Bakanları Toplantısı’na katıldı. Davutoğlu, toplantı sonrasında gazetecilerin sorularını cevaplandırdı.Türkiye’nin kimyasal silahların yasaklanması yönünde her türlü desteği vereceğini söyleyen Davutoğlu, “Bunda kimsenin tereddüdü olmasın ve bu olumlu gelişmeyi de her zaman takdir ettik. Ama sadece kimyasal silahlar üzerinden tartışıp sanki kimyasal silahlar sorunu çözülürse Suriye’yle kalıcı bir barış sağlanır gibi bir kanaatle BM Güvenlik Konseyi kararını sadece buna inhisar ettirmek doğru bir yaklaşım değil. 120 bin insan kimyasal silahla ölmedi ve milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesi de sadece bu sebeple olmadı. Bu konular ihmal edilirse aksine bundan sonra rejim kimyasal silahlar dışındaki silahlarla çok daha büyük bir baskı uygular ve çok daha büyük mülteci akımlarına sebebiyet verir. Bunun önüne geçilmesi lazım” dedi.

SURİYE’DEKİ İNSANİ DURUMLA İLGİLİ HİÇBİR BM GÜVENLİK KONSEYİ KARARI OLMAMASI DAHİ BÜYÜK BİR AYIPTIR”

Bu konuyla ilgili bütün BM Güvenlik Konseyi üyeleriyle konuşulduğunu ifade eden Davutoğlu, “Bu konunun gündemde olmasını ve mutlaka bir şekilde insani duruma atıfta bulunulmasını söyledik. Bunun atıfta bulunulmaması gerçekten BM Misyonu açısından da ciddi bir zaaf teşkil eder. Bunu BM Genel Sekreteri’ne de ifade ettik. Böylesi bir insani trajedi yaşanırken şuana kadar Suriye’deki insani durumla ilgili hiçbir BM Güvenlik Konseyi kararı olmaması dahi büyük bir ayıptır, büyük bir utançtır. Geçen sene 30 Ağustos’ta bunun için BM Güvenlik Konseyi toplantısı yapmıştık” ifadelerini kullandı.
BM Güvenlik Konseyi’nin mülteciler konusunda bir basın açıklamasında bile anlaşamadığını dile getiren Davutoğlu, “New York’tan Cenevre’ye geçeceğim. Cenevre’de yine BM Mülteciler Yüksek Komiseri’nin başkanlığında komşu ülkeler olarak, diğer ilgili ülkelerle birlikte BM’de bir araya geleceğiz. Dolayısıyla orada da bunları tartışacağız. Mülteciler sorunu Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Irak’ın üzerine terk edilmemelidir. Biz elimizden geleni yapıyoruz ancak mülteciler konusunda mutlaka daha kalıcı adımlar atılması lazım. Dolayısıyla bunları hep muhataplarımızla ele alıyoruz. Ümit ederiz ki güçlü bir karar tasarısı çıkar. İnsani duruma da cevap verecek bazı tedbirler alınır” diye konuştu.

“İRAN, ESAD YÖNETİMİNE GÜÇLÜ MESAJLAR İLETEMEDİ”

Davutoğlu, İran’ın her zaman Suriye ve bölgesel konularda katkı yapacağına inandıklarını belirterek şunları söyledi:
“Bunun içindir ki ikili angajmanla, Suriye yönetimiyle yaklaşık 10 ay sürdürdüğümüz çabalar sonuçsuz kalınca benim ilk ziyaret ettiğim ülkelerden biri İran oldu, Temmuz 2011’de. Ve İran tarafının da devreye girerek Suriye’deki bu baskıların sona erdirilmesi ve reform sürecinin başlaması için tavsiyelerde bulunmak için birlikte çalışma teklifinde bulundum. Daha sonra da İran’la çok değişik düzeylerde ikili temaslarımız hep devam etti bir çözüm bulunması yönünde. Geçen sene de Türkiye-İran-Mısır üçlüsü olarak, Dışişleri Bakanları olarak yine geçen sene Güvenlik Konseyi marjında da bir araya geldik. Birçok toplantılar yaptık ama Esed yönetimi Türkiye’den veya bölgeden gelen bu seslere kulağını tıkadı ve her türlü zulmü yapmaya devam etti. Ancak üzücü olan şuydu ki; İran yönetimi de bu konuda Esed yönetimine o dönemler güçlü mesajlar iletemedi. Şimdi yeni bir yönetim var İran’da. Bütün bu değerlendirmeleri yaptıklarına, yapacaklarına inanıyoruz. Sayın Ruhani’nin yemin töreninde yaptığımız görüşmede de bunun üzerinde durduk. Sayın Cevad Zarif’le de dün çok pozitif bir görüşme yaptık. Konuları çok pozitif ve hiçbir önyargı olmaksızın ele almak konusunda da mutabık kaldık. Nehir kenarında yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşle yaptığımız görüşmede çok olumlu bir intiba edindim. Ve ilk fırsatta Türkiye’ye gelecek. Daha detaylı konuşacağız.”

“ESAD HALKINA GÜVENMEDİ”

Ruhani’nin seçilmesinin bir umut uyandırdığından bahseden Davutoğlu, “Biz de çok saygı duyuyoruz kendisinin geçmiş birikimine ve önümüzdeki dönemle ilgili verdiği mesajlar da son derece olumludur. Ama nasıl İran halkı Sayın Ruhani’yi birçok aday arasından seçme hakkı buldu, birçok aday arasında adil eşit bir seçimle Sayın Ruhani seçildi ve bütün dünyaca da hem meşru hem de çok saygın bir muamele gördü. Aynı şekilde Suriye halkının da böyle bir seçim yapma hakkı var. Suriye halkı da şimdiye kadar maalesef böyle bir hak hiç kullanamadı. Keşke Beşar Esad 2011 yılında bir seçimi bu anlamda göz önüne alıp böyle bir tercihte bulunsaydı ve çok adaylı bir seçim içinde kendi meşruiyetini yenileseydi bugün Suriye bu acıları yaşamamış olurdu. Ama Esad kendi halkına güvenemedi, güvenmedi. Bunun doğurduğu büyük bir faciayla karşı karşıyayız. İran’dan bugün beklentimiz ve görüşmelerde de hep ele aldığımız, alacağımız husus da bütün diğer halkların tercihlerine saygı duyulması gibi Suriye halkına da kendi yönetimini kendi liderini seçme hakkının tanınması. Bu anlamda demokrasi ve istikrar temelinde yeni Suriye’nin güçlü bir şekilde tekrar bölgemize bir istikrar unsuru olarak dönmesi konusunda İran’la yapılabilecek bütün çalışmaları yapacağız” şeklinde konuştu.

“BEŞAR ESAD’IN İDARESİNDE BİR SURİYE ARTIK MÜMKÜN DEĞİL

Beşar Esad’ın sürecin parçası olacağının hiçbir yerde söylenmediğini kaydeden Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Aksine geçen senenin Haziran’ında 1. Cenevre Konferansı’nda varılan sonuç şudur; ‘Eli kana bulaşmamış yetkililerden oluşacak iki taraf arasında bir geçiş hükümeti kurulması ve bu geçiş hükümetinin tam bir yetkiye, bütün yürütme gücüne sahip olması.’ Şimdi buradan çıkacak herhalde kimse Beşar Esad’ın elinin kana bulaşmamış olduğunu iddia edemez. Dün Sayın Obama’nın da konuşmasına baktığınızda aslında verilen mesaj açıktır. Sayın Obama da Beşar Esad’lı bir formülün yürümeyeceği veya Beşar Esad’ın idaresinde bir Suriye’nin artık mümkün olmadığı konusunda açık bir mesaj vermiştir. Bu anlamda Cenevre 2’de dahil bütün barışçıl süreçlere destek vermeye devam edeceğiz ama kendi halkını böylesine bir katliama maruz bırakmış ve kimyasal silah kullanmış bir liderin de kendi ülkesine barış getirebileceğine inancımız geçmişte de yoktu, son katliamlardan sonra bu inancın sadece bizde değil hiçbir makul uluslararası aktörde kalmamış olduğuna inanıyorum.