Filistin'deki İslami direniş hareketi HAMAS'ın askeri kanadı durumundaki İzzettin Kassam Tugayları, o dönem elindeki işgalci esir Başçavuş Nissim Tolenado'yu işgal zindanlarındaki Şeyh Ahmed Yasin ile takas yapmak istemiş ve işgalci rejimi 14 Aralık 1992'ye mühlet tanımıştı.
İşgal rejimiyle esir takası konusunda bir anlaşma sağlanamaması ve işgalcinin Şeyh Ahmed Yasin'i serbest bırakmaması üzerine, belirlenen nihai süreden iki gün sonra Kassam Tugayları işgalci esir Nissim Tolenado'nun cesedini Kudüs-Eriha yolu üzerine attı.
Bu olay üzerine işgal rejiminin başbakanı İzak Rabin adeta aklını kaçıracak gibi oldu ve artık ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Rabin, İşgal rejiminin parlamentosu durumundaki Knesset'ten HAMAS'a karşı savaş ilan etti ve işgal rejimi 17 Aralık 1992 gecesi, büyük çoğunluğunu bu hareketin ileri gelenlerinin oluşturduğu ve aralarında İslami Cihad hareketinin lider ve üyelerinin de olduğu 416 Filistinliyi, evine baskın düzenleyerek onları zorla çıkarıp yolcu taşımaya uygun olmayan araçlara, kamyonetlere vs. bindirip o zaman henüz siyonistlerin işgali altında olan Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhur bölgesine götürüp bıraktı.
İşgal rejimi, onların kendilerine bir sığınak aramak zorunda kalacaklarını ve Filistin'deki direnişin motor gücünün sahadan çıkarılmış olacağını böylece direnişin ateşinin söneceğini umuyordu. Ancak işgal kendisini hareketin yeniden canlanmasıyla karşı karşıya buldu ve HAMAS, kendi topraklarında ve halkı arasında daha da kök saldı.
Bu arada Avrupa'daki muhtelif devletlerin yöneticileri sürgündeki Filistinlileri kendi ülkelerine davet etti. Ama sürgündekiler, öz yurtlarına dönmekten başka bir çözüme razı olmadıklarını bildirdi ve dönme konusunda ısrarlarını sürdürdüler. Onlar, döndüklerinde işgal güçlerinin kendilerini zindana atması ihtimalinin güçlü olduğunu düşünmelerine rağmen yine de vatanlarına dönmekte ısrar ediyorlardı.
Mercu'z-Zuhur tecrübesi HAMAS ve İslami Cihad hareketlerinin tarihinde önemli bir dönüm noktasını teşkil ediyordu; zira güney Lübnan'daki kampları, uluslararası medyanın ilgi odağı haline geldi ve aynı zamanda ilişkileri genişletme ve işgal karşıtlarına yönelik enerjileri harekete geçirme fırsatına dönüştü.
Sürgün edilenler, Güney Lübnan'da kaldıkları süre boyunca siyaset, düşünce ve eğitim konularında çeşitli komitelerde işlerini organize ettiler ve şehit Dr. Abdülaziz Rantisi'yi resmi sözcüleri olarak atadılar.
Uluslararası baskılar sonucunda 19 Şubat 1993'te Güvenlik Konseyi'nin 977 sayılı kararıyla derhal evlerine dönmeleri öngörüldü, çoğu bir yıl içinde geri döndü, çok azı ülke dışında kalmayı tercih etti.
Mihnetten nimete dönüşüm
Sınır dışı edilenler, medya komitesi ve beslenme ve ihtiyaç takip komitesinin yanı sıra Filistin bölgelerinden 23 kişilik bir komite oluşturdu.
Sınır dışı edilenler arasında doktorlar, yöneticiler ve çeşitli mesleklerden kişiler de vardı. Batı Şeria halkı ile Gazze halkı ilk kez bir kampta toplandı. Sürgündekiler, Kuveyt'ten kendilerine telefon getirip sınır dışı edilmelerinin ardından işgal altındaki topraklardaki aileleriyle iletişim kurabildiler.
Sınır dışı edilen Filistinliler ile sınır dışı kampını çevreleyen Lübnan köylerinin sakinleri arasında bugüne kadar devam eden yakın bir ilişki oluştu.
Sürgün edilenlerin açık havada yaşaması ve gerekli ihtiyaçlardan yoksun olması nedeniyle yağmurlu ve karlı hava koşulları, sürgünlerin hastalıklara yakalanmasına neden olsa da onlar topraklarında geri dönme arzusundan hiçbir zaman vazgeçmediler.
Sürgün edilen Filistinlilerden biri, görünürde mihnet olarak gözüken bu sürgün sonrası özellikle dönemin işgal başbakanı Yitzhak Rabin'in bu Filistinlileri tek bir yere sınır dışı etmekle hata yaptığını söylediğini hatırlatarak, sürgünün Filistin davasını yaymak için çok yüksek bir İslami platforma dönüştüğüne dikkat çekiyordu.
Sürgün edilenler, özellikle yazın gelmesiyle birlikte kampı çektikleri tüm sıkıntıları bir kenara atarak, “yazlık tatil yeri” olarak tanımlardı. İmkanlar yetersiz olmasına rağmen çadırlar düzenlenmiş ve mutfaklar kurulmuş, Mercu'z-Zuhur adında bir cami kurulmuştu.
Sürgün yeri kültürel alana dönüştürüldü
Kamp, her komitenin günlük olarak buluştuğu, kültürel ve tanışma alanıydı ve başkanlığını HAMAS'ın kurucularından biri olan, 2004 yılında siyonist bir suikastta şehit edilen ve hareketin 2000'li yıllardaki Gazze lideri Abdülaziz Al-Rantisi yapıyordu.
Sürgün edilenler, Geri Dönüş Yürüyüşü, Hasta Yürüyüşü, Kefen Yürüyüşü gibi birçok etkinlik gerçekleştirerek BM Güvenlik Konseyi'ne mesaj gönderiyordu.
Kampta, kimin hastaneye nakledilmesi gerektiğine karar vermek için hastalar için bir sağlık komitesi oluşturulmuş, hatta komşu El-Merc bölgesinde yaşayanlar bile sağlık odasına gelip tedavi görüyorlardı. Bu durum sürgündekiler ile yerel halk arasında sevgi ve muhabbet oluşmasını sağlıyordu.
Sürgündeki doktor Farawneh, Aksa Tufanı sürecinde işgal bombardımanda ailesiyle birlikte şehit oldu
Ne hazindir ki o gün sürgün edilenler arasında doktor Ömer Farawneh de bulunuyor ve Farawneh, kısırlık tedavisi uzmanlık alanı olduğundan kamp dışından birçok hasta onun yanına tedaviye geliyordu. Son olarak Jinekolog ve İslam Üniversitesi Beşeri Tıp Fakültesi eski dekanlığını yapan Farawneh, işgalcilerin 15 Ekim'de Gazze'ye düzenlediği bombalı saldırıda eşi, çocukları ve torunlarından 13 kişi ile birlikte şehit olmuştu.
Evet, sonunda işgal rejimi Mercu'z-Zuhur sürgünlerinin dönüşlerini kabul etmek zorunda kalmıştı. Aradan bir yıl geçtikten sonra sürgündekilerin tümü yurtlarına dönmeyi başarmıştı.
Böylece siyonist işgal karşısında gösterilen kararlılık önemli bir zafer kazanmış oldu ve bu olay da "Mercu'z-Zuhur Direnişi" olarak tarihe geçti. Tıpkı şimdilerde Aksa Tufanı operasyonuyla işgale karşı büyük bir sabır, topraklarından vazgeçmeyen, direniş gösteren Gazze halkı ve direniş örgütleri gibi… (İLKHA)