Tarihin unutulmaz hadiselerinden biri olan Şeyh Said Kıyamı; 13 Şubat 1925'te, Dara Hênê (Hani) vilayetinin Eglê (Eğil) bucağına bağlı Piran (Dicle) köyünde başladı. Osmanlı'nın çöküşünden sonra İslam'a verilen zararlardan endişe eden ve endişesini de gittiği her yerde dile getiren Şeyh Said Efendi, sahip olduğu her şeyi bu mücadele uğruna feda etti.

Şeyh Said ve 46 yareninin, 29 Haziran 1925'te Şark İstiklal Mahkemeleri tarafından Diyarbakır'da idam edilmelerinin üzerinden 97 yıl geçse de İslam adına verilen bu mücadeleyi Müslüman Kürd halkı hiçbir zaman unutmadı.

ŞEYH SAİD KİMDİR?

1865 bir rivayete göre 1866 yılında Elazığ'ın Palu ilçesinde dünyaya geldi. Çocukluğunu, Palu ve Hınıs'ta geçirdi. Babası Şeyh Mahmud Fevzi'nin o zamanlar Palu, Piran ve Hınıs'ta medreseleri vardı. İlmi tahsilini babası Şeyh Mahmud Fevzi'nin medreselerinde, bölgenin en birikimli âlimlerinin yanında yapan Şeyh Said, Palu'da Şeyh Hasan, Muş'ta Molla Muhammed, Malazgirt'te Molla Musa ve Molla Abdulhamid'in yanında okudu. Şeyh Said özel bir eğitime tabi tutularak en yetenekli mollalardan İslami ilimler alanında ciddi bir eğitim aldı ve medresede ders vermeye başladı. Babasının vefatıyla medrese ve tekke hizmetlerini yürütme vazifesi, ailenin büyüğü olan Şeyh Said'e kaldı.

Şeyh Said, kendi dönemindeki âlimler içerisinde en muteber âlimler arasındadır. Klasik medrese usulüne vakıf olan Şeyh Said Efendi'nin, astronomi, felsefe, geometri (hendese), matematik gibi ilimleri de iyi bildiği belirtilmektedir.

Şeyh Said'in Kürdçe'nin Kırmanci ve Zazaki lehçelerinin yanı sıra Arapça, Farsça, Türkçe, Urduca ve Ermenice dillerini bildiği nakledilir. Ermeniceyi, Palu ve Hınıs'ta yaşayan Ermenilerden öğrenmiştir. Şeyh Said Efendi hakkında; Hıristiyanlığa ciddi derecede vakıf olduğu da söylenir. Ermeniler birçok konuda anlaşmazlığa düştüklerinde Şeyh'in yanına gelirler ve onun hakemliğinde problemlerini hallederlerdi.

ŞEYH SAİD KIYAMI NEDEN YAŞANDI?

Şeyh Said Kıyamı; 13 Şubat 1925'te, Dara Hênê (Hani) vilayetinin Eglê (Eğil) bucağına bağlı Piran (Dicle) köyünde başladı.

Halifeliğin kaldırılması, "Türk Ulus Devleti"nin oluşturulması ve yeni sistemin dayatmaları sonucu, İslami kurumlar kapatılmış, İslami eğitim sistemi lağvedilmişti. Bu gidişatın zulüm olduğuna ve buna karşı durulması gerektiğine inanan Şeyh Said Efendi, kıyamdan çok daha önce bölge şeyh ve ağalarına gönderdiği mektuplarda, Kemalist sistemden şikâyet ediyor, ayağa kalkma (kıyam) fikri öneriyordu.

Ayaklanmanın niteliğine vakıf olmak adına Şeyh Said'in bazı mektuplarına göz atılabilir. Urfa'daki Milli Aşireti Reisi Halil Bey'e gönderdiği mektupta, Şeyh Said Efendi şu ifadelere yer verir:

"Şimdiki hükümet İslam Hilafetini, Saltanatı, meşihatı İslamiye'yi (Şeyhülislam Makamı) ve ilim medreselerini ilga etmiş, Evkaf Nezaretini (Vakıflar Bakanlığı) kâfirlik maarifine ilca etmiş (çevirmiş), kadınlık mesturunu (örtünme) kaldırmış, zinayı ve içki içilmesini, kadınların yabancılarla dans yapmasını mübah kılmış, bu gibi fuhşiyata mahsus mesela dans salonu, tiyatro, sinema, bar ve umumhane gibi geniş binalar inşa etmişler, Allah (celle celaluhu) ve Resulünün (sallallahu aleyhi ve sellem) dini olan dinimizle istihza (alay) etmekte bulunmuşlar, onların namına olarak ahkâmı İslamiyeyi tahkir ve İslamiyet'in esaslarını değiştirmişler, erkânı sarsmışlar, dine karşı ve bu din erbabına karşı ilan-ı harp eylemişler. Allah Taala din ve Şeriatın intikamını almaya başlamıştır. Himmetinizden muavenet talebinde bulunuyorum, bütün aşiretlerinize bildiriniz."

ŞEYH SAİD KIYAMININ BAŞLANGICI

Şeyh Said, yeni rejimin yapısından hiç hoşnut değildir. İslam ve İslami değerlere saldırıları nedeniyle Kemalist rejime karşı koymayı düşünür. Nitekim 27 Aralık 1924'te Hınıs'tan Kırıkhan köyüne gelir. Mir Selim-ê Zirkani ile bölgenin tüm ileri gelenleri, Şeyh Said Efendi'yi burada ziyaret eder. Şeyh Said Efendi, kıyam kararını ilk olarak burada açıklar. Bu karar, "Şeriat-i Ğarra-i Ahmediyye" için harekete geçmektir.

15 Ocak günü Genç'e geçen Şeyh Said, burada bulunduğu yedi gün içinde, Solhan, Melikhan, Karakoçan, Çan nahiyesi şeyhleri, Karlıova, Cibran aşireti reisi ve Genç ağaları ile bir araya gelir. Burada yapılan istişareler, alınan önemli kararlar, hemen her tarafa bildirilir.

Durumdan haberdar olan Kemalist rejim, kıyamı doğmadan boğmak için Piran'da bir provokasyon sahneye koyar. Şeyh Said'in 1926'da başlaması öngörülen kıyamı erken doğuma zorlanır.

Devlet tarafından hazırlanmış 12 kişilik bir müfreze, Şeyh Said Efendi Piran'da bir düğündeyken oraya gelir. Yöredeki mahkûmlar da herkes gibi Şeyh Said Efendi'yi dinlemek için gelmiştir. Askeri müfreze, "Mahkûmları götüreceğiz" diye ısrar eder ve silah patlatır. Çıkan çatışmada, Hasan Tahsin isminde bir müfreze mülazımı ölür, birkaç asker yaralanır, diğerleri esir alınır. Böylece kıyam, zamanından önce başlamış olur.

Şeyh Said kıyamı, kısa bir sürede üç koldan yayılmaya başlar. Kıyamın en büyük eksikliği askeri önderliğin olmayışıdır. Kıyam saflarındaki Miralay Halid Bey ve arkadaşlarının bir yıl önceden gözaltına alınması, askeri tecrübesi olmayan kıyam önderlerinin taktik ve strateji geliştirmesini engeller.

Kıyam rehberi Şeyh Said, 14 Şubat 1925 günü, yani Piran hadisesinden bir gün sonra ilk yazılı emrini verir:

"Bismillahirrahmanirrahim. Bizler İslam'ın ve İslam Peygamberi'nin yüceltileceği ve zalim Mustafa Kemal'in kendi eliyle kurduğu hükûmetin zevale uğratılacağı ve onların yeryüzünden silineceği bir zamana girmiş bulunuyoruz. Cihat etmek her Müslümana farzdır. Bu kıyam, İslam'ın bu topraklarda yeniden hâkim kılınması içindir. Bu çağrı, sizin Müslüman kabilenizin bu büyük cihada katılması içindir. Bu davete içtenlikle 'Lebbeyk' diyeceğinize inanıyorum.

Ey insanlar! İslam'ı bu kâfirlere karşı koruyalım. Aksi takdirde bu kâfir hükûmet, bizi de kendisi gibi yapacaktır. Bunun için, ona karşı cihat etmek farzdır.

Piran'daki olay duyulur duyulmaz, Kürdistan'ın bütün aşiret reisleri Karakoçan'ın Çan nahiyesinde toplanıp karar alır. Bölgenin tanınmış âlimlerinden Şeyh Ahmed Efendi'nin türbesinin yanında, kıyama ihanet edilmemesi için Kur'an-ı Kerim üzerine yemin edilir. Bu plan gereğince cepheler ve bu cephelerin komutanları belirlenir.

Hareketin başlangıcında Fethi Okyar, kıyama biraz daha ılımlı baktığı için, Mustafa Kemal'in emri ile istifa ettirilip onun yerine "Biz hocaları ortadan kaldırmadıkça, hiçbir şey yapamayız" diyen İsmet İnönü, başbakan yapılır. Takrir-i Sükûn kanunu çıkarılarak Şark İstiklal Mahkemeleri kurulur.

Müslümanların, Şeyh Said önderliğindeki kıyamını silahla durduramayacağını anlayan Kemalist rejim, para karşılığı satın aldığı uşaklarını kıyam erlerinin arasına sokarak hareketin rotasını değiştirmeye çalışır.

Şubat ayının sonlarında bazı aşiretler, Kemalist rejimin tehdit ve telkinleriyle, Şeyh Said'e biat etmelerine rağmen O'nu arkadan vurur. Bu durum, harekette bir dönüm noktası olur ve artık her şey rejimin lehine işlemeye başlar.

Kıyamın Diyarbakır önlerinde durduruluşu acı felaketi getirir. Diyarbakır merkezde rejim tarafından yönetilen provokatörler "Bıji Şeyh Said" sloganları ile hırsızlık yapar, hatta namusa saldırır. Ne var ki ahali bu durumdan çok da haberdar değildir. Bu provokasyonlar, Diyarbakır halkının Şeyh Said ve yarenlerine istenilen düzeyde yardım edilmesini engeller.

Kaldı ki silah ve teçhizat eksikliği de kıyamın başarısızlığının en büyük nedenlerinden biridir. Çevre illerden ele geçirilen topları kullanabilecek hiç kimse yoktur. Bundan dolayı ele geçirilen ağır silahlar tahrip edilir.

Şeyh Said'in bacanağı Binbaşı Kasım, Şeyh Said kuvvetleri ile beraber idiyse de aslında Kemalist rejim tarafından satın alınmıştır. Binbaşı Kasım, Şeyh Said ve hareketin seyri hakkında rejime her zaman bilgi verir.

Şeyh Said ve beraberindekiler, 14 Nisan'da, doğuya doğru yola koyulur. 15 Nisan'da Muş'taki Abdurrahman Paşa Köprüsü'ne geldiklerinde, Şeyh Said Efendi, bizzat bacanağı Kasım Bey tarafından esir alınır ve Kemalist rejime teslim edilir.

Bu ihanet Kürd tarihindeki ne ilk, ne de son ihanettir. Şeyh Said Efendi, kıyamı süresince 3 kez büyük ihanete uğrar. Biri, Malatya üzerine yürürken Alevilerden, biri Kiğı üzerine yürürken Kürd milliyetçisi Xormek aşiretinden, sonuncusu ve nihai darbeyi ise bacanağı Binbaşı Kasım Bey'den alır.

ŞEYH SAİD'İN SAVUNMASI

Daha sonra baskı, zulüm ve katliam dolu günlerde, Şeyh Said ve arkadaşları tutuklanarak Diyarbakır'a getirilir.  Ardından Şeyh Said Efendi, zulümleri ve katliamları meşrulaştıran dönemin Şark İstiklal Mahkemelerinde yargılanır.  "Yargılama" sürecinde konuşan Şeyh Said, savunmasında, İslam hukukundan hareketle kıyamın vacip olduğunu, sistemin halka zulmettiğini, küfrün yayılmaya başladığını, İslam'a saldırı olduğunu belirterek hareketinin başlama sebeplerini anlatır.

Şeyh Said, bugün Diyarbakır'ın merkez Sur ilçesinde kendi adıyla anılan "Şeyh Said Meydanı'nda" idam edilir. 97 yıl önce 46 arkadaşıyla beraber idam sehpasına çıkarılan Şeyh Said Efendi'nin yüzünde ve hareketlerinde hiçbir korku ya da tereddüt olmamakla beraber tekbirlerle idam sehpasına gittiği o günün tanıkları tarafından anlatılagelmiştir.

Müslüman halkın dini ve kültürel değerlerine karşı İttihat ve Terakki zihniyetinin başlattığı süreçte yaşanan zulümlere karşı durduğu için hedef alınan Şeyh Said ve yarenlerinin şehid edilmesinin ardından, Müslüman Kürd halkı üzerinde büyük bir zulüm furyası başlatılır.

Sürgünler ve toplu katliamlarla beraber İslami değerlere karşı tasfiye süreci işletilir. Bu dönemde binlerce insan katledilir. Toplumun önderleri konumunda olan birçok âlim idam edilir. Kadın, çocuk, yaşlı demeden insanlar hayattan koparılır.

Şeyh Said'in mücadelesi bazı kesimlerin dillendirdiği gibi kavmi, entinisiteye dayanan bir süreç değildi. Bu anlamda gayret içerisine girenler bu büyük zatı bir bölgeye, bir halka münhasır kılarak milliyetçi/ulusalcı bir karaktere büründürerek, onu Müslüman milletlerden zihni ve duygusal olarak koparmayı hedeflemektedir. Şeyh Said Efendi'nin mücadelesi Kürdistan'a hapsedilecek ve sadece Müslüman Kürd halkının özeline indirgenecek bir kıyam değildi. Bu mücadele tarih boyu var olan hak-batıl mücadelesinin örneklerinden biriydi.

Cumhuriyetin ilanından sonra Hilafet kurumunun lağvedilmesi ve İslami değerlere olan saldırılar, Osmanlı bakiyesi topraklarda tüm Müslüman halklarda olduğu gibi Kürdler üzerinde de çok büyük olumsuz etkilere neden oldu.

Kemalist sistem Türk etnik ulusçuluğunu siyasal sisteme dönüştürürken bu toprakların asli unsuru olan Kürdleri dışlamıştı. Bütün bu gerekçelerin tamamı Şeyh Said hareketine zemin hazırlamıştı. Şeyh Said Efendi ve tüm Kürd ileri gelenleri, durum değerlendirmesi yapmış ve Kemalist rejimin İslam düşmanlığına karşı çıkılmaması durumunda bu vebale ortak olunacağına kanaat etmişlerdi.

"Ne ben Hazreti Hüseyin'den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir"

Şeyh Said, mücadelesinin ilk aşamalarında çoğu zaman ailesinden uzak kalıyordu. Zamanını, İslami değerleri ayakta tutma mücadelesine adıyordu. Bu süreçte hanımıyla çok dikkat çekici bir diyalog yaşayan Şeyh Said, şu dersi veriyordu:

"Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak ben yine de bunlara karşı çıkacağım. Ne ben Hazreti Hüseyin'den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bunlara karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi 'Ey Said! Allah o kadar mal mülk verdi sana. Sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah'ın emirlerini ayaklar altına almışlar. Evet, ben cihada başladım ve korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir!"

ŞEYH SAİD'İN SON SÖZLERİ

Şeyh Said Efendi, idam edilmeden önce varlık gerekçesini ortaya koyarak, "Değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Muhakkak ki mücadelem Allah ve dini içindir." şeklindeki tarihi ifadeleri haykırmış, kendinden sonra gelecek nesillere hem davasının mefhumunu anlatmış hem de zalimlerin yüzüne hakkı haykırmıştı.