Reyhan Çelebi / Nisanur Dergisi - Ağustos 2013
Bir anne için iyi bir çocuk yetiştirmek, dünyanın en değerli ve en zor işi olsa gerek. Öyle ya çocuk demek, hem bugün hem yarınlar demek. Çocuk demek, hem dünya hem ahiret demek. Çocuk demek, hem tarla hem hasılat demek. Çocuk demek, aslında anne-babanın kendisi demektir.
İçinde bulunduğumuz bu zor ve çalkantılı çağda iyi olmak kadar iyi kalabilmek de zordur. Her şeyin maddi hesaplar üzerine kurulu olduğu asrımızda neredeyse çoğu insanın beyni maddiyattan başka bir şey düşünemiyor. Konu-komşumuzda, dost-akrabalarda bunun örneğini sıkça görmekteyiz. Düşünceler hep maddiyata yöneliktir. Eylemler de hakeza…
İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde bugün içinde bulunduğumuz çağdan daha fazla tüketim hastalığı görülmüş değildir. Belki iç sıkıntısını gidermenin diğer adıdır tüketim hastalığı. Adım adım manevi değerlerden uzaklaştıran bu tüketim hastalığı, iç sıkıntısını gideremediği gibi ceplerdeki ile beraber kalplerdekilerini de tüketiyor aslında.
Belki de bu noktada durup, başımızı iki avucumuzun arasına alıp derin derin düşünmemiz gerekmektedir. Ve sormamız gerek:
Nasıldık, ne hale geldik? Dün maneviyatımız zengin iken bugün neden maneviyatımız kaybolmuş, neden maddiyatta hayat bulmaya çalışmaktayız? Asil olmak, saygın olmak tüketimden mi geçiyor? Ceplerimizdekilerini harcarken kendimiz de harcanmıyor muyuz? Bizden önceki nesiller nasıldı, bizler nasılız? Ve belki de en önemlisi biz nasılız, bir sonraki nesil nasıl olacak?
İçinde bulunduğumuz bu zor ve çalkantılı çağda iyi olmak kadar iyi kalabilmek de zordur. Her şeyin maddi hesaplar üzerine kurulu olduğu asrımızda neredeyse çoğu insanın beyni maddiyattan başka bir şey düşünemiyor. Konu-komşumuzda, dost-akrabalarda bunun örneğini sıkça görmekteyiz. Düşünceler hep maddiyata yöneliktir. Eylemler de hakeza…
İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde bugün içinde bulunduğumuz çağdan daha fazla tüketim hastalığı görülmüş değildir. Belki iç sıkıntısını gidermenin diğer adıdır tüketim hastalığı. Adım adım manevi değerlerden uzaklaştıran bu tüketim hastalığı, iç sıkıntısını gideremediği gibi ceplerdeki ile beraber kalplerdekilerini de tüketiyor aslında.
Belki de bu noktada durup, başımızı iki avucumuzun arasına alıp derin derin düşünmemiz gerekmektedir. Ve sormamız gerek:
Nasıldık, ne hale geldik? Dün maneviyatımız zengin iken bugün neden maneviyatımız kaybolmuş, neden maddiyatta hayat bulmaya çalışmaktayız? Asil olmak, saygın olmak tüketimden mi geçiyor? Ceplerimizdekilerini harcarken kendimiz de harcanmıyor muyuz? Bizden önceki nesiller nasıldı, bizler nasılız? Ve belki de en önemlisi biz nasılız, bir sonraki nesil nasıl olacak?
...