“Batı Yaka’daki direniş nerede?” diye soruluyor. Birkaç gün önce işgal güçleri tarafından dört kişi şehit edildi ve onlarcası yaralandı. Katliamın ardından kınama, tehdit ve sakındırmaları ifade eden açıklamalar yapıldı. Cenaze töreninde ise yüzleri maskeli bazı şahıslar boy gösterdi. Bunlar sadece kameraların karşısına çıkmak, insanlara görünmek için ortaya çıkarlar. Hakikatte ise bunlar direnişe mensup kişiler değildir. Bunlar vitrine oynayan ve büyük olasılıkla duygularının kendilerini harekete geçirdiği kişilerdir. Bunlar bu şekilde tepkilerini, öfkelerini ve huzursuzluklarını dile getiriyorlar. Bunların çoğu güvenlik mensubu. Yüzlerini Yahudilerden korktukları için kapatmıyorlar. Bunu, tanınmaları halinde kurumları tarafından nasıl bir muameleye maruz kalacaklarını bildiklerinden güvenlik güçlerine mensup olduklarını gizlemek için yapıyorlar.

Peki bunlar direniş güçleri değilse, direniş güçleri nerede? İşgal güçleri Ramallah hükümetiyle işbirliği başlattıktan sonra direniş mensuplarını tutuklamak için Kalandiya mülteci kampına girdi. İşgal güçleri direnişçilerin bir evde toplandıkları istihbaratı alması üzerine bunları tutuklamak veya öldürmek için gelmişti.

Batı Yaka’daki direniş güçleri hem Abbas yönetiminin hem de işgal rejiminin takibinde ve baskısı altında. Direniş güçleri, direnişi suçlayan, Filistin halkına zarar verdiğini savunan, Filistin devletinin kurulması sürecinde Filistin’in geleceğini tehdit eden Özerk Yönetim Başkanı ve başkomutan Mahmut Abbas’ın hedefinde olduğu gibi, hayatta kalmasının direnişin bitmesine bağlı olduğuna inanan terör rejimi İsrail’in de hedefindedir. Onun için direnişçileri tamamıyla yok etmeye uğraşmakta ve evlerini yıkmaktadır. Bunu yaparken evlerinde oturan masum insanlar ölse, çarşı ve pazarda insanlar hayatını kaybetse, namaza giden insanlar zarar görse veya son Kalandiya operasyonunda olduğu gibi saldırıya karşı koyarken zarar görse de kendisi için fark etmez ve umurunda bile değil. Kalandiya’da aslında insanlardan önce Filistin güvenlik güçlerinin işgal askerinin önüne çıkıp onu engellemesi gerekirdi. Tabi gerçek manada Filistin güçleri olsaydılar. Gerçek manada bu aidiyet duygusunu taşıyıp Filistin halkını ve toprağını koruma sorumluluğunu taşısaydılar işgalcinin cinayet işlemesini kolaylaştırmayacak, tersine cinayet işlemesini engelleyeceklerdi.

Direniş güçleri, Filistin yönetiminin hedefinde ve sürekli baskı altındadır. Abbas yönetimine bağlı İçişleri Bakanlığının Batı Yaka’da direnişe ait bazı silahları ve savaş malzemelerini ele geçirdiğini ifade etmesi, Siyonist askerleri kaçırmak için Batı Yaka’da bir evde oluşturulmuş büyük bir sığınağı keşfettiğini kasıla kasıla duyurması bu yönetimin işgalciye nasıl hizmet ettiğini ve en azından onun kadar direnişe zarar verdiğini gösteriyor.

Abbas yönetiminin kontrolündeki zindanlar, Filistin halkına karşı her türlü zulmü reva gören işgal askerlerine ve Yahudi yerleşimcilere karşı silahlı birimler kurmak isteyen direnişçilerin mezbahanesi haline gelmiştir. Bununla yetinmeyen Abbas yönetimi camilerde Allah’ın “Andolsun, insanlar içinde müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudilerle müşrikleri bulursun” ayeti mucibince halka düşmanlarının Yahudiler olduğunu anlatan davetçileri de Filistin güvenliğini tehdit ediyorlar diye tutukluyor, konuşma yapmaktan, hutbe vermekten, halkı bilinçlendirmekten men ediyor.

Buna rağmen direnişin, Abbas yönetimiyle işgalcinin bütün baskı ve takiplerine rağmen tekrar meydana inip kendini göstermesi gerekir. Abbas yönetimiyle işgalcinin takip ve tutuklama politikasına kendisini teslim etmemesi ve durumu kabullenmemesi gerekir. Kendini her türlü ihtimale hazırlaması; işin sonunda tutuklama, işkence ve ölüm olsa da bir yolunu bulup kendini ifade etmesi gerekir. Çünkü direniş, direnişin varlığı ve çalışmaya devam etmesi Filistin halkı ve davası için hayat demektir. İşgalcinin elini kolunu sallayarak istediği yerde Filistinlileri öldürmesinin, istediğini tutuklamasının ve istediği yeri yıkmasının durdurulması demektir. Direnişin varlığı düşmanın yapacağı bir işi yapmadan bin kez düşünmesine vesile olacaktır. Abbas’ın halkını korumakta aciz kaldığı bir süreçte işgalci bu mazlum ve savunmasız halka karşı işleyeceği bir suçu işlemeden önce direnişi hesaba katmak zorunda kalacaktır.

Batı Yaka’da direniş artık hayatın zaruri ihtiyaçlarındandır. Direnişin burada yeniden itibar kazanması, yeniden harekete geçmesi gerekir. Gizli hücrelerin canlanması, kendilerini göstermesi, daha çok direnişçinin eğitimden geçirilmesi, taştan tutun en üst düzey silahların talimini yapması ve bu şekilde Filistin halkını korumaya çalışması gerekir.

Birileri “peki tüm bunlar olup biterken Gazze’deki direniş nerede?” sorusunu da sorabilir. Şunu kesin olarak belirtelim ki Gazze ve Batı Yaka’daki direnişin stratejisi aynı, taktikleri ise farklıdır. Gazze işgal rejimi tarafından her an başlatılacak bir savaşa hazırlanıyor. İşgal rejimi çıkarını gördüğü an saldırmaktan geri durmayacaktır. Gazze’deki direnişin takip ettiği metodun Batı Yaka’da uygulanması doğru olmadığı gibi, Batı Yaka’daki direnişin takip ettiği metot ve taktiklerin Gazze’de uygulanması da mümkün değildir. İşgalci İsrail ordusunun, yerleşkelerin, Yahudi yerleşim birimlerinin, karakol ve kışlaların varlığıyla Batı Yaka’daki durum Gazze’den oldukça farklıdır. Direnişin bir stratejiye göre yol alması ve mücadele ederken bölgenin şartlarına göre hareket etmesi gerekir. Soruya vereceğimiz cevap budur. Bunun somut delili ise, işgal rejiminin 2012 yılında ve ondan önce 2008-2009 yıllarında başlattığı barbar savaşa karşı Gazze’nin gösterdiği direniştir.

Mustafa Es-Savvaf / filistinhaber